9 Kasım 2015 Pazartesi





Günaydın gözyaşımın rengi
Dibini göremediğim hüznüm
Gecemdeki koyu uykusuzluk
Sonunu izlemekten korktuğum film
Yüreğimdeki yakıcı susuzluk
Günaydın yüzümdeki en sevdiğim çizgi Yeni bir şey getireceğim yok bugünün de
Her şey hep olduğu gibi olacak
yine Yanından geçeceğim
yine Selam vermeyeceğim içim kan ağlayarak
Ve sen yine o köşedeki pencerede Kızgın bir o kadarda meraklı
Duruyorsun orada öylece
devirip  kahvenin en şirin tonu gözlerini
Sonra bir de gülüyorsun utanmadan göstermek istercesine gamzelerini
Geçenlerde doğum gününde hani
kaç oldu yaşın küçük sevgilim?
Beni sevebilecek  yaşa geldin mi?
küçük diyorum diye darılma bana Dalga geçiyorum sanma sakın
Ellerinde küçüktü ama yüreğimi bölmeye yetti de arttı

Olsun birleşmek için bölünmüş olmak gerekir
iyileşmek için yaralanmak en hasından
Gülmek için ağlamak
ve vazgeçebilmek için sevebilmek
Amma da Cesur muşum değil mi?
Kadın kısmı söylemez aşkını derdi annem
biraz utanma olmalıymış
kadınım ve utanmıyorum
Utanmıyorum işte!
gücenmiyorum da söylemeye sevdiğimi
Ama sana değil, kendime
Senin olmadığın yerlerde..

Sevgim, heyecanım, kuşkularım,
verdiğim değer..
Belki de hepsi karşılıksız
Belki sen hiç yanından bile geçmedin geçmeyeceksin beni sevmenin

Oysa ben ne çok şey getirdim bir bilsen ne çok yalpaladım içimde
Açtığın oyuklara yuvarlanmamak için
Ne çok yola girdim
Ne çok şeyden vazgeçtim
Yağmur oldum
Yüzüne düşen damlalardan olmak için
Düşebildiğim yer yüzün değil vefasızca açtığın şemsiyeydi
Su oldum sırf dudaklarına değebileyim
Hiç değilse kıyısına varabileyim diye
Ve varabildiğim yer sdudakların değil bahçendeki gülün dibiydi
Hiçbir şey oldum
Bazen zaman oldum inadına geçmedim Sen oldum, Senden oldum,
ama senin olamadım.

Günaydın kardan beyaz geceden Kara güneşten sarı menekşe'den mor sevgilim
Şaşırma Bildiğim bütün renkler  sensin okuduğum tüm dualar
Gördüğüm, sevdiğim
Ve sevmediğim her şey gibi
Biraz arada, biraz sırada
Biraz huyunda,biraz suyunda
Bazen sen de, bazen de ben de olduğu gibi
Günaydın Küçük Sevgilim
Ama sen olmadan aydın falan olmaz bugün,
bil istedim...

2 Ekim 2015 Cuma

KOYAMIYORUM SANA BİR İSİM...





Bugünlerde,seslenmek istiyorum sana.
Bağırmak,çağırmak,adını haykırmak istiyorum avaz avaz.Ve sonra dönüp bakıyorum ki bir adın yok,her şeye kılıf uyduran çöplük ve izbe aklımda.Sana bir hitabı yok dilimin.
Sana lal...
Sana kilitli...

Diyemiyorum mesela...
Sana "canım" diyemiyorum.Çünkü biliyorum ki canın da bir kıymeti kalmıyor sen gidince.Ne bu parmaklar benim,ne de pencereden bir toz bulutu gibi üflediğim tembel anılar.Tüm çiçeklerini döktüm içimin.
Artık can da yok,canan da...
Ağzımda sönük bir sigara,sana koymak istediğim isimleri tartıyorum.Hangisi senden daha ağır gelebilir ki bu şirazede?
 Zira senden bir avuç koysam,diğer kefenin anlamı yitiyor.Ama buna rağmen "her şeyim" de diyemiyorum,aynı anda hiçbir şeyim olduğundan mıdır nedir?

Koyamıyorum sana bir isim.
Koyamıyorum...
Çünkü ben "Sen bana bakma,ben senin baktığın yönde olurum" diyen adamdan yana iken,sen o tatlı,pembe dilinde pervasız Orhan Veli mısralarıyla mutallaka mutallaka dolaşıyorsun bu şehrin sokaklarında.
Ait değilsin.Ne bana,ne bir başkasına.Soluduğun havaya bile yabancısın bir parça...

4 Eylül 2015 Cuma

KAĞITTAN YÜREKLER


Sıcak bir hava var bugün İstanbul'da.Öyle ki,alnımdan damlayan terin hesabı tutulamaz.Sırtımı yıkık dökük,ama adı okul okul olan bir binanın boyası dökülmüş,paslı kapısına vermişim.İçeriden,hırsla çalındığı tınısından belli olan bir piyano sesi geliyor.



Bir de insanlar var tabi.Geçip gidiyorlar rüzgarla kol kola.Onlarca ayak,onlarca çıtırtı,onlarca bebek kucaklarda ve ben denize bakıyorum.



Kalbimi kıran adamlardan,koca gövdeli ve heybetli bir gemi yapıyorum o an.Birazdan salıvereceğim onu dalgaların yumuşak kucağına.Ama korkuyorum...Ya bu liman,bu gemiyi kaldıracak kadar derin değilse?



Sonra vazgeçiyorum onları gözümde bu kadar büyütmekten."Hepsi,kağıttan adamlardı" diyorum.Kaç tane kağıdı üst üste koyarsan koy,kağıt yine kağıttır.Bu gemi demirden falan değil yani,kendimi kandırıyorum.



Çünkü ; hepsinin yürekleri "kağıttandı".Biliyorum...

2 Haziran 2015 Salı


    Bülbül niyaz eyleyemedi olmayışında, "Var git" diyemem sana ellerin yâri,
Başını omzuma,derdini sîneme yasla.

Gönül divâne,gayrı ahûzarı da yok,
"Ötede dur" diyemem sana ellerin yâri
Başka sevdaya gözüm,başka aşa karnım tok.

Terk-i diyâr ettim öz toprağımdan,
"Düş peşime" diyemem sana ellerin yâri
Benim yüreğim kebap,kalemim nar-ı şebaptan.

Lâl oldu dillerim olmayışında,
"Bülbül eyle" diyemem sana ellerin yâri,
Var git başın başka omuza,
Derdin başka sineye yasla.

23 Mayıs 2015 Cumartesi

BİR ŞAİRİ SEVMEK




Aynadaki kadına bakıyordum.Saçları birbirine karışmış,rimelleri akmış,umuttan yoksun gözleri de cabası.

O bendim."Zavallısın" dedim kendime."Yine böyle süslendin,boyandın,ve yine asla senin olmayacak bir adamı görmek adına,samimiyetten eser bulunmayan bir davete iştirak edeceksin."

Karar vermiştim.Bu son olacaktı.Ne Atilla'nın hayaline,ne de o bana yazılmamış şiirlerine yer yoktu artık hayatımda.Yalnızca bir defa daha uzaktan bakacaktım ona.Sonra gölgesinden öpüp,sessizce yok olacaktım yöresinden.

Saçlarımı taradım,gözlerimi temizledim ve yarı perişan bir vaziyette çıktım evden.Taksi bayağıdır beni bekliyor olmalıydı,adamın oflamalarından anlamıştım bunu.Adresin yazılı olduğu kağıdı uzattım ve gereksiz bir muhabbete girmekten kaçındım.

Davetin yapılacağı yerin bahçesinde yürürken,ayağımdan kulak tırmalayıcı bir çatırtı geldi.

"Kahretsin!" deyip kırılan topuğu çimlere doğru fırlattım.Sonra ayakkabılarımı da çıkarıp attım aynı yere.Utanmam da korkum da kalmamıştı.Yalın ayak salondan içeri girerken tanıdık,tanımadık tüm gözlerin üstüme çevrildiğini hissettim.

Tam karşımda,mısralarına misafir olmak için yanıp tutuştuğum o adam,ve ben yalın ayak,çırılçıplak sevdamla,onun varlığını gizliden selamlayarak bir köşeye oturup,onu seyre daldım.Yanındaki birkaç dalkavuğa halkın şiir anlayışından bahsediyordu.Arada bir,o hayranlık duyduğum gözlüklerini düzeltiyor ve gülümsüyordu belli belirsiz.

Nasıl olurdu da,birini bu kadar yıl uzaktan seyredip,yanına yaklaşma cüretini bulamazdı insan? İçim kan ağlarken,daha ona tek bir kelime edememişken,vedalaşacaktım öyle mi?

Birkaç damla yaştan sonra masadan kalkıp,başım önde,kapıya yürüdüm.Derinden,tok bir sesin "Bir dakika!" demesiyle başım döndü.Tanıdığım,bildiğim,hep kulağımda çınlayan o ses.Ama bu defa çok yakından.

Ona doğru dönerken sendeledim,sıcacık elleriyle omuzlarımdan yakaladı beni.Dua etmek istiyordum,şükretmek istiyordum.İkisini de yapamadan,sadece ağladım.

"Böyle güzel gözlerde,bunca yaş neden?" diye sordu şefkatle.

Utanma duygusundan sıyrılıp,hep sustuğum gerçeği vurdum yüzüne.

"Sizin için."

Kaşlarını çatıverdi ve ben,kaşlarını çattığında alnında oluşan o çizgi olmak istedim belki de bininci kez.

"Benim yüzümden mi? Fakat,böyle güzel gözlerin ıslanmasına sebebiyet verecek bir kusurum olmuşsa,yazıklar olsun bana!"

"Sizin için...Bunca yaş,sizin şiirlerinizin kadını olamadığım için."

İnce dudakları ketum bir tavırla kıvrıldı bunu duyunca.

"Adınızı bahşetmeniz mümkün mü bana? Yoksa kıvranayım mı bu yaşlara kefaret olarak?"

"Güzide" dedim hiç düşünmeden.

"Güzide..." Yanağımdaki ıslaklığı elleriyle sildikten sonra uzun uzun baktı yüzüme.

"Bu ıslak bakışlarınızın üstüne and içerim ki,bundan sonra yazdığım bütün mısraların baş tacı siz olacaksınız.Size,'kalemimin baki misafiri' diyeceğim."

Anın gerçekliğine inanamayarak "Sizi çok bekledim" dedim."Çok bekledim gözlerinizin bana değmesini."

Derken,uzaklaştım bir adım.Gitme vaktiydi.

"Ne büyük lütuf ki,gözlerimin perdesi tarumar oldu şimdi."

"Keşke benim yüreğimde yuva yapmış hastalıklı aşk da tarumar olsaydı.Belki o zaman onu taşıması daha kolay olurdu."

Şaşirdi bu acımasızlığıma.Hemen ardından güldü ve dünyada var olan en bariz hakikati fısıldadı bana.

"Güzide,içinde aşk olmayan yürek,bir et parçasından ibarettir."

21 Mayıs 2015 Perşembe

BEN SENDE...



      Ben bir kar tanesiydim sende
      Üşüdüm,yüreğine sığındım
      Sen kocaman bir güneştin üstümde
      Eridim baştan başa,pişman olmadım

      Ben bir deli bülbüldüm dalında
      Çok yoruldum,gölgende durdum
      Sen keskin bir bıçaktın boynumda
      Yine de açtığın yaralara tutundum

      Ben bir misafirdim en güzel yerinde
      Derdim çoktu,omzuna yaslandım
      Sen bir fincan kahveydin ellerimde
      Bu sebepten kırk yıl aşık kaldım

14 Mayıs 2015 Perşembe

SENİN KÜÇÜK NAZENDE'N AŞIK OLDU...




Hayatının son günlerini yaşayan,soluk benizli,saçsız,nefes almaya bile dermanı olmayan genç bir kızın anlatacağı bir aşk hikayesi olabilir mi?

Beni dinleyin o halde.Çünkü o şanslı kız benim ve bir kaç gün içinde ölecek olmam bunu değiştirmiyor.

Lösemi denen o illetin bilmem kaçıncı evresini,kemoterapi ve diğer ağır ilaçlar vasıtasıyla tabiri caizse sürünerek geçiriyordum özel bir hastanede.Dışarıdan bakan birisi,bu tedavi diye yutturulan angaryaların hastaya ne kadar acı verdiğini bilemez elbette.Ben o kanının son damlasına kadar savaşan gillerden değilim.Hani nişan almayı hiç bilmeden rasgele ateş edersiniz ya,hedefi vuramadığınız gibi,cephanenizden de olursunuz.Durumumu buna benzetiyordum.Ölmek kaçınılmazken kalan canımı da etrafa boca ediyordum sanki.

Dirayetsizliğime rağmen,yine öyle bir anda isyan etmeyi akıl ettim.

"Yeni bir ilaç..." diye zırvalayan doktoruma avazımın çıktığı kadar bağırdım."Boş yere!" dedim."Burada sadece yatak işgal ediyorum."

Annemle babama döndüm.Ayıp bir şey söylemişim gibi bakıyorlardı bana."Anne,baba,bana baksanıza"

Çarşafı üstümden atıp iğne delikleriyle dolu bol morluklu kollarımı gösterdim.

"Ölüyorum ben" dedim tüm acınasılığımla.Annem,hastalığımın başından beri hep yaptığı üzere arkasını dönüp hıçkırıklara boğuldu.Babamın onu teselli çabaları da bu ritüelin olmazsa olmaz bir parçasıydı.

"Sadece,acısız bir ölüm istiyorum.Lütfen,izin verin" derken,farkında olmadan ben de ağlamaya başladım.

Doktorum Tarık Bey'e baktım o an.Genç yüzü kederlenivermişti.Şaşkına döndüm.Ellerini yumruk yaptığını görünce şaşkınlığım iki katına çıktı.2 yıldır aralıklarla hastane köşelerine düşmeme rağmen,onu hiç böyle görmemiştim.Bir doktor,hastası için en fazla ne kadar üzülebilirdi?

"Sizi dışarı alalım mı?" dedi annemlere nispeten.Fakat bu bir soru değil,düpedüz emirdi.Çaresiz,elleri koyunlarında çıktılar dışarı.

Tarık Bey,meraklı bakışlarımın üstünde dolaşmasına aldırmadan önlüğünü çıkarıp,duvarın dibindeki mavi çö kutusuna fırlattı.Bunu yaparken gözlerini gözlerime dikmişti.

Samimi bir tavırla yatağımın kenarına ilişti.Yutkunmaya çalışarak "Tarık Bey..." der demez lafımı kesti.

"Sadece 'Tarık'...Anlaştık mı? Bey'i az önce çöpe attık,hatırlıyor musun?"

Ağzımı açmak istediğimde,tehditkar bir parmakla susturuldum.

"Tarık ben.Sadece Tarık.Sen de Nazende'sin.Alınma ama adın gibisin.Konu yaşamak olduğunda bile nazlanıyorsun.Söylesene,bir insan.."

Durdu,yüzüme baktı."Pardon düzeltiyorum,bir KIZ...Üstelik seninkiler kadar güzel gözleri olan bir kız,neden 17'sinde hayatla vedalaşmaya bu kadar hevesli olur? Bir cevabın var mı? Çünkü benim yok.Acayip değil mi? Senelerce bu iş için dirsek çürüttüm ama,şimdi böyle bir soruda tıkanıyorum.Öyleyse,neden o önlüğü taşıyayım ki?"

Parmak uçlarıma kadar utanmıştım.Hatta boş bir umutla yüzümün kızarmasını bile bekledim.Bana gülümsedi."Seninle bir yürüyüşe çıkalım mı Nazende?"

Yürüyüş mü? İronik biçimde güldüm ben de."Bu tutmayan dizlerle mi?"

"Ziyanı yok.İkimizin yerine de yürürüm." deyince,aynı anda güldük.Bu halime inanamıyordum.Güldüğüme,yürüyüşe çıkacağıma,en tuhafı,kalbimin böyle atıyor olmasına inanamıyordum.

Annem üzerimi giydirdikten sonra,ılık havaya aldırmaksızın başıma bir bere geçirdi.Doğru ya,saçlarım yoktu.Kel bir kızdım ben.Üşümemek,imkansızdı benim için.

Doktor Tarık'ı hiç sivil görmemiştim o ana kadar.Kare desenli gömleği ve siyah keten pantolonuyla garip görünüyordu.

Garip ve çekici.

Tekerlekli sandalyemi ittirirken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Yeşili ve maviyi sever misin?"

"Bu da soru mu?" güldüm.

"Sabret o halde."

Yarım saate,yüksekçe bir tepedeydik.Açıkçası burası cazibesi çok yüksek bir yer değildi."Burayı sevmedim" diye homurdandım açık yüreklilikle.

"Emin misin? Etrafına bir bak." diye emretti.Otlar ve bir kaç tane aptal ağaç dışında bir şey yoktu.Kaşlarımı çattım.

"Çok eminim." dediğim sırada yüzünde haylaz bir gülümsemeyle bana doğru uzandı."N'apıyorsun?" demeye kalmadan,sanadalyenin altımdan kaydığını hissettim.Korkudan,kollarımı boynuna dolamıştım.Yüzü o kadar yakınımdaydı ki...

"İndir beni yere.n'olursun" diye yalvardım.

"Tuhafsın gerçekten."

"Niyeymiş o?"

"Hem seni yere indirmemi istiyor,hem de kollarını boynuma sımsıkı doluyorsun."

Bu cümleden sonra,varlığını bile hatırlamadığım uyuşuk yüreğime bir kuş konuverdi.Yatağa bağlı kaldığım süreçte bir çok kitap okumuştum.Onlarda bu tip bir şeyler anlatılıyordu.Bir kuş...

Adı,aşk mıydı?

"Bak" dedi önümüzdeki boşluğu işaret ederek.İnanılır gibi değildi.İstanbul'a hiç o kadar yüksekten bakmamıştım.

"Hala aynı fikirde misin?"

Yüzümü manzaradan ona çevirdim. " Çok güzel."

Dudaklarını sımsıkı kenetledi bir kaç saniye.Sonra yine azarlar tonda nutuk çekti.

"Güzel olan o kadar çok şey var ki Nazende...Bundan kat be kat güzelleri var.Ama sen görmek istemiyorsun,yazık." kıskandırır gibi derin bir nefes alıp,Teoman'ın o çok bilindik şarkısını mırıldandı beceriksizce."Daha on yedi,on yedi,on yedi,on yediymiiiişşşş"

"Bir dakika" diye böldüm ufak çaplı konserini. "Daha güzel şeyler neler? Yani şu an güzel olan tek şey,ağrısız bir ölüm benim için."

Suratı tekrar asıldı."Yanılıyorsun Nazende.Çok yanılıyorsun."

"Bana ıspatla" diye çıkıştım yüzsüz yüzsüz.Onu kızdırmıştım galiba.

"Mesela sen hiç sevdin mi? Ve ya bir erkek tarafından sevilmenin nasıl bir duygu olduğu hakkında en ufak bir fikrin var mı? Peki ya seviştin mi hiç?"

Bu kadar açık sözlü oluşu,gururumu zedelemişti.Kim,kel ve hasta bir kızı arzulardı?

"Canımla boğuşurken,hiç birinin yokluğunu yadırgamadım."

"Öyle mi?" diye sordu,asabi bir yüz ifadesiyle.

Başımı belli belirsiz salladım.Sonra,sırtımın çimlere değerken çıkardığı hışırtıyı duydum.Gökyüzü tam üstümdeydi.Ve bir nefes dalgalanıyordu boynumda.Gıdıklanma hissini andırsa da,güzeldi.

"Söylesene...Bu nasıl bir his?" diye fısıldadı.

Ciğerlerim havasızlıktan yanarken,cevapladım."Bulutlarda yürümek gibi...Düşmeden."

Nazikçe güldü buna.

Parmak uçlarını hafifçe köprücük kemiğimde gezdirdiğinde gözlerimi kapattım. "Peki,bu neye benziyor,Nazende?"

Sesi,tenimi delip kalbimde daha evvel keşfetmediğim yerlerde yankılanıyordu."Bunu anlatamıyorum." dedim dürüstçe.

"Aferin" dedi ve ardından bileklerimi sertçe kavrayıp,avuç içlerim yere bakacak şekilde ellerimi çimlere yasladı.

"Bir daha,böyle dokunabilecek misin çimenlere? Gitmek için can attığın yerde böyle bir fırsatın olacak mı?"

Ne kadar zavallı olduğumu düşünüp,haykırarak ağlarken "Beni burdan götür" diyebildim yalnızca.

Hastaneye döndüğümüzde,kronik yorgunluğumun etkisiyle başımı yastığa koyar koymaz uyuklamaya başladım.Fakat elime dokunan eli hissedecek kadar ayıktım.

"Sen ruhundan vazgeçersen,ruhun da senden vazgeçer,unutma."

"Çok yorgunum." diye mızmızlandım.

"Uyu benim,Nazende sevgilim." dedikten sonra,alnıma sıcak bir buse kondurup gitti.

Bir sonraki uyanışımda,işlerin iyiye gitmediğini şiddetlenen ağrılarımdan ve başımda sessizce gözyaşı döken annemden anladım.

"Anne" dedim usulca.

Emre amade bir askerin çevikliğiyle karşılık verdi."Söyle bebeğim?"

İçimdeki o tarifsiz duyguyu birine anlatmadan,tekrar uykuya dalmak istemiyordum.Üstelik uyanmama ihtimalim ayyuka çıkmışken.

"Aşık oldum..." diye fısıldadım gamsızca."Senin küçük Nazende'n aşık oldu..." Bunun bir anlamı varmış gibi...Aşkımı da beraberimde mezara götürmeyecekmişim gibi...

Bilincim soğuk bir boşluğa düştü sonra...

"Çimenler...Anne,çok...mutluyum..."

12 Mayıs 2015 Salı

BURNUMUN UCUNDASIN,UZAKTAN SEVİYORUM SENİ



Burnumun ucundasın,uzaktan seviyorum seni 
Buhranlarını ta oralardan paylaşıyorum 
Tam ortasında bir şey var yüreğimin 
 Anlatmak istiyor,anlatamıyorum



Çakmak gibi çakıyor gözlerin kömürden geceye
Ürpersem mi,aydınlansam mı bilemiyorum 
Kokunla,sesinle çağırıyorsun da 
Durmak istiyor,duramıyorum



Bir buse filizleniyor gülüşünde 
Bir kuş uçuyor gamzenden,görüyorum 
Deli gibi çırpıyor da kanatlarını 
Tutmak istiyor,tutamıyorum



Belki bir el dolaşıyor saçlarında 
Sonra "belki"si fazla diyorum 
Sevdan solumda kökleniyor da 
Sökmek istiyor,sökemiyorum



Burnumun ucundasın,uzaktan izliyorum seni 
Bilmeden baharlar getirmişsin bana 
Acıtarak kazımışsın da adını tenime 
Silmek istiyor,silemiyorum 
Ve inan bana,silemedikçe 
Ölmek istiyor,ölemiyorum

7 Mayıs 2015 Perşembe

GÖZÜN AYDIN,SENDEN GAYRISINI GÖRMEZ OLDU GÖZÜM




Bana seni ne kadar sevdiğimi sordular bugün.Şöyle alaycı bir gülümseme belirdi dudaklarımda.

"Bilmem ki" dedim.

Çatıldı kaşlar,aynı dili konuşmuyormuşuz gibi baktılar yüzüme."Nasıl bilmezsin? İnsan,sevgisinin büyüklüğünü bilmez mi?" dediler.

O kadar aptallar ki,bana bu soruyu sormamaları gerektiğini anlayamıyorlar.

"Eğer" dedim,"Onu ne kadar sevdiğimi tarif edebilseydim,şu anda bir başkasının elini tutuyor olmazdı.Anlatamadığımdan bu haldeyim."

Fincandaki kahvenin son yudumunu öksüz bırakıp terk-i muhabbet eyledim ardından.Ellerim ceplerimde,deli divane yürüdüm İstanbul sokaklarında.Ağzımda küf kokarcasına eski ve nazende bir şarkı,aşka düşmüş,leyla gibiyim.Mutlu sayılmam aslında,hatta gözlerime baksan cehennemin dibiyim.Bilsem ki darılmayacak münker nekirlerim,gördüğüm ilk meyhanenin kapısından dalacağım kadehlerle gelecek yalancı mutluluklara.

Kendimi eve nasıl attım bilemiyorum.Ana yok,baba yok.Bir ıssız ki odalar,sorma.Soğuk yatağıma sırt üstü bırakıyorum kendimi.Başımın etrafında rengarenk kelebekler,kuşlar dönüp dursun diye bekliyorum.Tıpkı seni sevmeye başladığım ilk günkü gibi.Fakat dönen tek şey,kara bir bulut.

Ne olurdu aynı anda sevseydik birbirimizi? Ne olurdu sevda yüklü bakışlarım karşılık bulsaydı? Ne olurdu yasak olmasaydı saçlarına dokunmak,dizlerine yatmak sere serpe...

Huzursuzca soluma dönüyorum.Sıcacık bir su damlası düşüyor çarşafın üstüne.Sonra ikincisi,ve üçüncüsü.

Pıt..Pıt..Pıt...

Gözün aydın!

Ağlatmayı başardı yokluğun.Boğazımda hıçkırığa dönüştü bir başkasının elini tutuşun.Başımda duman oldu yaktığın ateş.Ve içimde selama durdu gidişin.Bir kez daha geç git önümden.

Bunlar oluyor evet.İnanır mısın,sana şarkılar yazmak istiyorum,ama ne kollarım kalkıyor yerinden,ne de ellerim razı buna.Ne notalar kabulleniyor seni,ne de kalemim boyun eğiyor sana.Her kimsen,gözün aydın...

Senden gayrısını görmüyor gözüm.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

~



Öyle çok kanıyor ki içim, Dökemediklerim kağıtlardan taşıyor. Roman oluyor. Orman oluyor. Tüm ağaçları ateşe verip de kurtulmak var şimdi... Bir de sen varsın. Gülüşün, kokun, sesin... En çok bana güldüğünde En çok benim adımı söylediğinde güzelsin. Senin en güzel halin "Ben" halin.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

KADERİ TERS KÖŞE EDEMEMEK (2)




İki dünya bir araya gelse,aşk ve huzurun yan yana olamayacağını söyleyenler olmuş.Ne kadar haklılarmış.Aşk girince kalbin kapısından,huzur çekip gidiyormuş.Bunu,arabamın içinde tünemiş,onun ortalıkta arz-ı endam etmesini beklerken daha iyi anladım.

Kendime sormam gereken sorular vardı.

Soru 1: Neden onun kişisel bilgilerini hipokrat yeminime itaatsizlik eden bir amaç için kullanmıştım?

Soru 2: Ben de tıpkı onun gibi "kaderi ters köşe etmek" zırvalığına mı meylediyordum?

Soru 3: Neden tırnaklarımı kemiriyordum? Ayrıca bu titreyen dizler de neyin nesiydi?

Aklımı kaçırmış olabilirdim belki de.Burda olmamam gerekiyordu.Ani bir refleksle gazı kökledim ama yalnızca bir kaç saniye sonra arabamın önüne dikilen bir siluet yüzünden efsanevi bir fren yapıp,kendimi koltuğa yapışmış halde buldum.Kaburgalarım iç organlarıma geçmiş gibi hissediyordum ama bunun nedeni çarpma değildi.En azından o karşımda bana dik dik bakarken bunun olması imkansızdı.Olayın ciddiyetini sindirmeye çalışırken kapı açıldı.Utancımdan sağ tarafıma bakamıyordum. "Burada ne yapıyorsun?" sorusuna cevap ararken,ağzım açık halde,ona kurduğum bir cümleyi hatırladım."Git ve mecbur kalmadıkça gelme..."

Yalan söyleyecek,mantıklı olacak gücü kendimde bulamıyordum.Tüm çekimserliğimle cevap verdim.

"Seni görmem gerekiyordu."

Bunu gerçekten de söylemiştim.İnanması zor,fakat sapına kadar gerçek.Yüzüne bakmaya cüret ettiğimde ise,benimkinin aksine umutla parıldayan bir yüzle karşılaştım.

"Lütfen öyle gülümseme.Bunun her şeyi daha kolay yapacağını mı sanıyorsun?"

Başımı ellerinin arasına aldı sonra.Yutkundum.Olacaklardan korkmuyor değildim,yine de kıpırdayamadan gözlerindeki ateşi seyretmeye koyuldum.Alnını alnıma yasladığındaysa,bana bir kez daha "keşke" dedirtti.Keşke,alınlarımızın birleştiği gibi alın yazılarımız da birleşebilseydi...

Yüzüme yüzüme fısıldadı o sakıncalı gerçeği."Bana geldin" dedi."Bana geldin...Kaderi ters köşe etmeye."

Gözlerimi kapatıp umutsuzca söylendim."Ya kader bizi ters köşe ederse?"

Hatırlamak istemediği bir çocukluk anısını hatırlatmışım gibi baktı bana."Kader bir kez daha seni bana getirdi.Artık benimsin."

Onun muydum? Kalbim boğazımda atıyordu sanki.Bu ne tehlikeli bir oyundu böyle...Torpidonun üstündeki telefonuma uzanıp bir şeylerle uğraştı.Numaramı mı almıştı? Kafamı direksiyona yaslayıp asabi bir tavırla "in arabamdan" diye emrettim.Harekete geçmediğini gördüğümde ise biraz daha artırdım ses tonumu."Arabamdan in!! Lütfen!!" Beni pek de ciddiye almadığı belliydi.Gülümseyerek indi arabadan."Görüşürüz" dedi.Benim ona yıllar önce dediğim gibi.

Yanımdan ayrıldığında,yaptığım şeyin sonuçlarını kafamda tartmaya başladım.Daha bir kaç ay evvel ona "gelme" diyen ben,şimdi kapısında ağlayan yine ben.Kesinlikle cezalandırılıyordum.Bu,benim dünya üzerindeki cehennemim falandı büyük ihtimalle.Saçlarımı toplayıp,dikiz aynasından kendime baktım.Ellerinin dokunduğu yerler kıpkırmızı olmuştu.Gülümseyen bir kadın,bana bakıyordu aynada.Nasıl bir şeyin içine düştüğümü o an anladım.Korkunçtum.Basiretsizdim.Zayıftım.Gurursuzdum.Huzursuzdum.Çünkü,aşıktım.Ve yediğim halta gülebilecek kadar cesurdum o an.Kendimle iç muhakememi,çalan telefon yarıda kesti.Ekranda "DENİZ" yazdığını görünce "şaka yaptığını söyle!" diyerek açtım telefonu.Yanımdan ayrılalı 5 dakika bile olmamıştı.

Telaşlıydı "Buraya gelmen gerek" derken.Yok artık.

"Ne saçmalıyorsun sen?" afallamıştım.Beni eve mi çağırıyordu? karısının,çocuğunun yanına?

"Bircan,lütfen.Yardımın gerek."

Sesindeki o zavallı tınıdan,gerçekten de bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım.Adımı ilk kez söyleyişine sevinmemi engelleyecek kadar kötü bir şeyler dönüyordu.Arabadan fırlayıp bir kaç metre gerideki mavi kapıya koştum.Daha vurmadan açıldı.

İçeriden,bir kadının kısık iniltileri duyuluyordu.Deniz'in korkulu yüzüne baktım."Ne olduğunu söyleyecek misin?"

Odadan gelen rahatsız edici çığlığı duyar duymaz içeri gitti.Ben de onu takip ettim.Salonun zeminindeki manzarayı görünce ellerimi ağzıma götürmekten kendimi alamadım.Deniz'in ellerindeki kanı da o sırada farkettim.

"Yardım et" diye yalvardı.

Halının üstünde kıvranan kadına bir daha baktım."Sen çıldırdın mı?!! Ben kadın doğumcu değilim! Hastaneye gitmesi gerek."

Başını sağa sola salladı."Hayırrr!" dedi kadın.hırlar gibi çıkmıştı sesi.Ürktüm."Suyum çoktan geldi."

Deniz'e öfkeyle baktım.Suçluluk duygusunun sebep olduğu öfkeydi bu.Eve daha erken gelebilme ihtimalini elinden almıştım.Allah beni kahretsindi...

"Geç kaldık.Doğum çoktan başlamış."

Bu cümlenin ardından,kadın araya girdi."Lütfen" deyiverdi.Başka seçeneğim kalmamıştı.Deniz'e dönüp işgüzar ebe havalarına büründüm.

"Elini tut ve onu destekle"

Kadının bacaklarının arasına eğildiğimde,yüksek sesle küfrettim.Doğum gerçekten başlamıştı.Şaka değildi.Bir yerlerde bir kamera falan olsaydı,el sallamam istenseydi ne kadar sevinecektim.Ama şaka değildi,bu kadının bacaklarının arasında,dışarı çıkmak için can atan bir şey vardı.

21. yüzyılda,burada,bu beyaz halının üstünde,aşık olduğum adamın karısına doğum yaptırıyordum.Üstelik aklımda türlü düşüncelerle.Bu bebeğin olması için,ona dokunmuş olması gerekiyordu.Ben onu düşünürken,onu beklerken,o bebek mi yapmıştı? Bu da hiç yoktan canımı acıttı.Hayat adil değildi.

Çığlıklar beni kendime getirmişti."Bana bak" dedim kadına.Terli yüzünü,Deniz'den bana çevirdi."Adın ne?"

"Canan" dedi can havliyle.

"Şimdi Canan,senden bağırmamanı istiyorum.Çünkü bütün gücünü çığlık atmaya endeksledin ve bebeği itemiyorsun.Sadece ıkın anlaştık mı?"

Başıyla belli belirsiz onayladı."Ikın,nefes al,ittir" vs komutlarıyla geçen yarım saatin ardından,kollarıma sıcak,kanlı,ve ağlamayan bir şey geldi.Evet,ağlamıyordu.İnip kalkan göğsünü görmesem onun ölü doğduğunu düşünürdüm.

Bir kollarımın arasındaki mucizeye baktım,bir hayatımın aşkına,bir de yarı gülümser bir yüzle kocasına bakan Canan'a.Göbek bağı kesilir kesilmez "Bana ver" dedi Canan.Hemen uzattım.Bebeği göğsüne bastırırken,hala Deniz'e bakıyordu.Ellerimdeki kanın kokusu burnumun direğini sızlattı.Bu tabloda bir yanlışlık vardı.Ben,bu tablonun bir parçası değildim ve onu karalayan fırça da olamazdım.Az evvel onun çocuğunu doğurturken,kendi yüreğimi öldürmüştüm.Ellerimdeki kan bir doğumun değil,cinayetin kalıntısıydı bana göre.Kendimi o tablodan acilen silmem gerekiyordu.Evin çıkış kapısına yürüdüm.Arkamdan geldi.

"Bircan..."

Donuk bakışlarımı ona çevirdim."Efendim?"

Kanlı elleriyle,onunkilerden farkı olmayan ellerimi tuttu.Köşeye sıkışmıştım.Parmağındaki halkayı kandan sıyırarak çıkarttı."Bitti" diye mırıldandı."Artık birbirimizden başka gidecek yerimiz yok."

Düşündüm...Onu unutma ihtimalimi,ya da onunla olma ihtimalimi.Unutmak mı? Yok.Aşk,bisiklet sürmeye benzer,bir kere öğrendin mi,asla unutmazsın.Ne yapacaktım?

"Kaderi ters köşe edememek..." dedim kanlı ellerime bakarak.

Sinirlendi.

"Hayır.Ediyoruz.Ettik."

"Farkında değil misin Deniz? Biz kaderi ters köşe edelim derken,kader bizi yerle bir ediyor."

"Evet,çünkü sen buna izin veriyorsun. 3.kez kader diyerek beni harcıyorsun.ne olur kalsan,seni sevmeme müsade etsen..."

Avucunun arasına sakladığı yüzüğü alıp parmağına geri taktım,donakaldı.

"Biz,asla birlikte olamayacağız,anlasana..." dedim ve yalnızca bu defalığına izin verdim dudaklarıma."Bu ilk olsun,ve son." dedikten sonra dudaklarının zehirli balının tadına baktım.

Ömrüm boyunca bu anı beklemişim gibiydi.Ne olduğunu anlayamadan,parmaklarım saçlarının arasına gömüldü.Ve kendimi duvara savunmasızca dayanmış halde buldum.Ateşle oynamak değildi bu,ateşle bir olmak,ateşi yutmaktı düpedüz.Nefes almayı başarabildiğim anda "Bırak beni" diye yalvardım."Nefes nefese kalmak için güzel bi sebep seni öpmek.." dedikten sonra alnını alnıma yasladı yine.

"Cehennnemde çok pis yanacağız" dedim dehşete kapılarak.Kendime hayret ediyor,fakat gülümseme dürtüme engel olamıyordum.Aldığım cevap beni günahın içine içine itecekti ama benim sesim bile çıkmayacaktı.

"Olsun...En azından bir şeyi birlikte yapmış olacağız..."

9 Nisan 2015 Perşembe

BU PARÇALAR HEP "SEN"

 
 
 
İçimde bir sürü "sen" kırıntısı buldum bu gece.Toplasam yine bir tane "sen" eder mi diye düşünmeden edemedim.Oysa ne çok vedalaşmıştık seninle.Her vedamızda nasıl biraz daha gidememiştin benden.O cam kırıklarını andıran ilahi zerreciklerin nasıl da çizmiş,nasıl da kanatmıştı yüreğimin duvarlarını.

Çok inatçıydın,çok...Bensiz üşüyeceğini bilirdin,yine de kuru bir "hoşçakal" ı yüzüme vurup,çeker giderdin sen.Ve öyle sert bakardın ki o kapıyı çekişinin arefesinde,şiirdeki gibi "üşüyorsan ceketimi al.." diyemezdim sana.

Sen gittikten sonra bahar uğramadı bizim mahalleye.Mektuplar karaladım sana.Yazdıkça silesim,sildikçe seni yeniden sevesim geldi.Olmadı,olduramadım.İçimde utanmasızca yaşamaya devam ettin de,öldüremedim.Gönderemedin hatıralarını.Alışamadım bizim "sen" ve "ben" olarak ayrılışlarımıza.Dedim ya ; sen her gittiğinde aslında biraz daha kaldın bana.Dokunamadım,her hareketimde yüreğime battı parçaların.Çok vücutlar misafir ettim avuçlarımın altına,çok saçlar okşadım.Hiç birine "sen" diyemedim.Diyecek olsam,sızlayıp durdun sol yanımda.Böylesin işte,gittiğinde bile müsade etmezsin belimi doğrultmama.Bilirsin ki sevemem senden başkasını,ama buna rağmen yoklarsın beni olmadık anlarda.

Şiire dökmeye kalksam seni,olmayışın mısralara dökülemeyecek kadar koyu şu günlerde.İsterdim yokluğunu eritip,çil çil dökmeyi kağıtlara.Filizlenecekse de orada filizlensindi hasretin.Çünkü ; yüreğimde kökleniyorsun öbür türlü.

Köklendikçe zorlaşacak seni sökmek.Sökülemeyeceksin...Ve bu defa dönmeyeceksin.Dönemeyeceksin...Öyle bir hınç üfleyecek ki aklıma,adını başkalarıyla duyuşum,canhıraş saldıracağım içime saldığın köklere.Kopan her damardan sen fışkıracaksın.Yüzüme yüzüme çarpacak yokluğun.

Fakat ziyanı yok.O kapıdan çıkıp gittiğin gibi gideceksin o zaman benden.Sen direndikçe,ben ağlayarak öldüreceğim seni...

Affet...

4 Nisan 2015 Cumartesi

BİR RENGİ VAR MIDIR HAYATIN?



Nemli,kimine göre bunaltıcı bir Ağustos sabahındayım.Elimde çok şekerli,sütlü kahvem...Ve inanılacak gibi değil,kuşlar ötüyor her şeye rağmen.Ağaçların dalları tembel tembel salınıyor,mevsimsiz dökülen yağmurlardan olsa gerek,kusursuz bir yeşile bürünmüşler.

Gariptir ki, insan böylesine basit ama kalabalık bir anın ardından fark eder hayat denen şeyin aslında ne denli değerli olduğunu.

Şu kahvenin burna vuran şekerli buharı bile gülümsetebiliyorsa,sokağın başından kendini bisikletiyle salıveren çocuğun çığlıkları bizi heyecanlandırabiliyorsa,hala mırıldanabiliyorsak en sevdiğimiz şarkıları sesimizin rengine aldırmadan,hayat yaşamaya değer değil de nedir?

Bunu bildiğimiz halde isyan edip,yenilgi bayraklarını çekmek,bu çizdiğimiz neşeli hayat tablosuna ters düşmüyor mu sizce de?

En basiti ; kalbimiz bir defa kırıldığında,kendimizi kenara çekip etrafımıza görünmez ve kalın duvarlar örüp,bu kırgınlık asla geçmeyecekmiş gibi davranıyoruz.Unuttuğumuz şey ; acının da,kırıklıkların da hayat denen bu renkli tablonun olmazsa olmaz bir parçası olduğudur.Biz kabul edelim ya da etmeyelim,hiç bir zaman aynı renk olmaz hayatlarımız.Bazen fincandaki kahve kadar hüzünlüdür,bazen de yürümenin zevkini yeni keşfetmiş minik bir kız çocuğunun pabuçları kadar neşeli,ya da pencerinin önünde annemizin bin bir emekle yetiştirdiği güller kadar güzel fakat dikenli.Kimi zaman da yatağımızda tembel tembel esnerken yüzümüze vuran gün ışığı kadar tatlıdır hayat.Verdiğin kadar,aldığındır.Serdiğin kadar da,topladığın.

En renksiz sandığında bile,mutlaka bir rengi vardır.mühim olan ise,her rengi mümkün olduğunca tatmaktır.İtirazı olan???

1 Nisan 2015 Çarşamba

KANLI PEMBE

 

Toz pembeyle başladı beni sevişinin hikayesi.O rengarenk pazar sokağının kalabalığında yürüyoruz seninle.Öyle çok şey oluyor ki o kalabalıkta...Fakat hiç biriyle ilgilenmiyorum sen bir adım solumdayken.

Başında o siyah,örgü bere var yine.Ne çok seviyorsun onu.Ama benim seni sevdiğim kadar değil elbette.Annelerinin eteklerine yapışıp,ağlaya zırlaya bir şeyler isteyen çocukların,bağıran tezgahtarların arasından sıyrılıyoruz.Gözüme pespembe pamuk şekerler ilişiyor.Neredeyse beni sevişin kadar pembeler.Yüzüm aydınlanıyor onları görünce,çok seviyorum,biliyorsun.Satıcıyı durdurup "en pembesini istiyorum" diyorsun.Adamcağız kalakalıyor bu isteğin karşısında.Yine de en pembe olduğuna inandığı birini veriyor.Bana uzatırken öyle bir ifade var ki yüzünde,pamuk şekeri unutuveriyorum.Şaşkın bakışların üzerimde hala.Dudaklarımı şekere gömüyorum,ağzıma yüzüme bulaştırışıma gülmeden edemiyorsun.Hem,ne de güzel gülüyorsun.Hep gül sen.

Küçük bir parça koparıp ağzına tıkıştırıyorum sen gülerken.Tek hamlede sorunsuz yuttuktan sonra,elin elime dokunuyor.Aslında dokunmak değil bu,tutuyorsun düpedüz.Gözlerin öylesine güzel bakıyor ki,sorsan en güzel benim o dakikada.Kısacık bir buhran sonrası tutuşun karşılık buluyor.Sıcacık ellerin var,ilk kez oluyor bu.

Yol boyu küçük adımlar atıyoruz.Biliyorum ki,bugün benden daha mutlu tek bir insan evladı bulunmaz.Mutlu olmamak elde mi? Sen, ben iken.Ben,sen iken.

Sen yanımdayken etrafa bakmak gibi bir gaflete düşüyorum.Gözlerim şaşkınlıktan sonuna değin açılıyor.Ne zaman bu kadar ıssızlaştı bu semt? Kuşlar,kelebekler,sokak köpekleri neden kaçışıyor bizi görünce? Neden üzerine bastığımız toprak,toza dumana gidiyor? İnsan cesetlerinin kaldırım kenarlarına yığılışı neden? Ne diye kandan yağmurlar boşanıyor pamuk şekerimin üzerine?

İçim ürperiyor.Hani gittiğimiz yerlere bahar götürecektik biz?

Elimi bırakıyorsun sonra.Benimki kadar kederli olan yüzün,uzaklaşıveriyor benden.Neler olduğunu öğrenip geleceğini söylüyor ve beni bırakıyorsun."Gitme" diyemiyorum.Sen gözden kaybolduktan az sonra,bir toz bulutuna yoldaşlık eden 3-5 asker görüyorum.Ellerinde silahlar,ve kesinlikle onları kullanmaya yeminliler.Yutkunuyorum ve her nasılsa senden evvel muvaffak oluyorum hakikate.Bu bir,SAVAŞ!!

Ve biliyorum ki,bu savaşta taş üstünde taş dahi bırakılmazken, bizim sağ kalmamız imkansız olacak.Askerlerin beni fark edip,dizlerimin üstüne çökertmeleri ve silahlarını başıma dayamaları uzun sürmüyor.

Bir kez daha ürperiyorum.Son dileğim,senin geri dönmemen.Ve o bile gerçekleşmiyor.Sokağın sonunda beliriveriyor güzel yüzün.Güzel ve korkulu...Şiirdeki gibi.

Başımı "gelme" dercesine sallıyorum.Ama öyle inatçısın ki...Buna engel olabilecekmişsin gibi koşuyorsun var gücünle.Gözyaşlarım izin verdiğince bağırıyorum sana: " Gelme! Kaç!"

Yine dinlemiyorsun beni.Zaten ne zaman dinledin ki? Artık görüyorum gün gibi,sen de az benim kadar,öleceksin.Tesellim,senden önce gidişim olacak belki.Senin gidişini seyretmek zorunda kalmayacağım.

Başıma dayanan soğuk metal ileri geri hareket edince,gözlerimi yumuyorum.Hala bana doğru koşuyorsun,öyle değil mi?

Kaynar..Ama çok kaynar bir şeyler hücum ediyor beynime.Senli hatıralarımdan koparıyor acımaksızın.

Ve ben,haykırarak uyanıyorum beni sevişinden...

30 Mart 2015 Pazartesi

KADERİ TERS KÖŞE EDEMEMEK

 
 
                                   



Onu ilk gördüğüm günü hatırladım yine.Komikti.Belki acayip,ve belki biraz da anlamsız.Yaz tatiline iki hafta kadar erken çıkmış ve Yalova'ya,pamuk elli,tombul yanaklı anneannemin yanına gitmiştim.Her yaz olduğu gibi kırmızı bisikletim kömürlükte beni bekliyordu.Aslında o bisiklet bana 8. yaş günümde ailem tarafından hediye edilmişti ama o kadar büyüktü ki 13 yaşıma gelene değin binemedim.Zaten " İstanbul sokaklarında bisiklet süremezsin,müsade etmem" derdi annem.Eee,o zaman niye aldın diye sormazlar mı adama? Yazları kullanılmak üzere Yalova'ya şutlandı canım bisiklet.Neredeyse reşittim ama hala o bisiklete biniyordum.

O gün,orman kenarındaki yoldan geçerken bisikletin zinciri attı.Yere kapaklanmamak için indim ve zinciri dişlere geçirmeye çalıştım,ellerim simsiyah oldu ama yaptım.Gülümseyip derin bir nefes aldım.Issız bir yerde durduğumu düşünmüştüm,yolun üst kısmındaki büyük ve lüks binayı farkedene kadar.Elimi,yüzüme siper edip binanın olduğu yöne dikkatlice baktım.Bahçesinde,aynı kıyafetleri giymiş kızlı erkekli dağınık bir grup vardı.Kulak tırmalayıcı bir zil sesinden sonra onların kaybolduğunu görünce,bir okulun önünde durduğumu anladım.Aynı anda yüksek duvarın tepesinde telaşını ta oradan görebildiğim bir oğlan beliriverdi.Etrafına bakındı,çantasını aşağı attı.Çıkan "pat" sesini hazmedemeden kendisi de atladı aşağıya.Kirlenen ellerini formasına sildikten sonra gizemli bir tavırla çantasını sırtlayıp,içime merak ve heyecan tohumlarını ekeleyerek yürümeye başladı.Sanki okuldan kaçmıyor da adam öldürmeye gidiyordu.Ne akla hizmet hala bilmiyorum ama bisiklete binip,ağır ağır ilerledim arkasından.Kalp atışlarım kulaklarımda alışılmamış senfonik bir parça çalıyor gibiydi.Kendimi Sherlock Holmes havalarına sokmuş olmam bir yana,üstüne bir de fark edilme ihtimalini düşünmeden aylakça takip ediyordum.

Durdu.Takip edildiğini anladı sandım ama öyle değildi.Kömürlüğe benzeyen bir harabenin kapısını aralayıp içeri girdi.Çok geçmeden mavi ve benimkinden daha dayanıklı görünen bir bisikletle çıktı.Hayal kırıklığına uğramıştım lakin bu takip etme güdümü zincirleyememişti malesef.Bendeki bu merak varken şimdi bile başım beladan kurtulmaz.Gerçi o pek bela sayılmazdı.Öyleyse bile keşke her bela onun gibi olsa.

Benden daha hızlıydı ve bu yüzden yapabileceğimin en iyisini yapmaya karar verdim.Bu takip olayı,bir yarışa dönüşmeye başlamıştı.Beni farkedebilirdi,yine de umursamadım.Pedalları son hızda çevirerek yanına sokulduğumda şaşkın bir ifadeyle kafasını bana çevirdi."Önüne bak" der gibi bir işaret verdim.Söz dinleyen tiplerden değildi anlaşılan.Biraz daha hızlanıp onu geride bıraktım.Acaba o da beni takip eder miydi? Evet,ederdi.Ediyordu.

Konuşmadan,tanışmadan girmiştik o saçma bisiklet yarışına.Aynı hizaya geldiğimizde,o kısacık anlarda onu inceleme fırsatları yarattım kendime.Rüzgar,mat sarı saçlarına savaş açmıştı.Çok fazla bakmaya da gerek yoktu aslında,düpedüz mükemmeldi.

"Olmayacak duaya amin diyorsun" diye uyardım kendimi.Başımı umursamazca yana eğip,kurduğum bu çocuksu düşün içinde kaybolmaya,sadece o anlık bile olsa bile bunu yaşamaya,hissetmeye karar verdim.Hem ben "amin" dedikten sonra gerisi yukardakinin işiydi.Daha önce hiç yapmadığım bişe yapıp,kendimi bile şaşırttım.Ellerimi direksiyondan çekip coşkulu bir çığlık attım.Hemen peşinden,utanıp kıpkırmızı kesildim tabi.Oğlanın bana güldüğünü görebiliyordum.

Hayatım boyunca asla birden fazla şeyi aynı anda hissetmedim.Üzüldüğümde yalnızca üzgün,mutluyken mutlu,kızgınken kızgın,çaresizken çaresizdim.Ya o anda ne olmuştu bana? İçim gökkuşağına dönmüştü.Aynı anda hem heyecanı,hem huzuru,hem mutluluğu hem de yaşadığımı hissetmiştim.Kaç saat boyunca amaçsızca pedal çevirdiğimizi bilemiyorum.Gün batımına yakın,ıssız bir yol kenarında yavaşladık.Zaten,aynı yerlerde dönüp duruyorduk.Bisikletten indim ve ters yöne doğru elimle ittirmeye başladım.Hiçbirşey söylemeden gitmeyi planlıyordum.Bu huzurlu sessizliği bozamazdım."Dur" dedi ve ben olduğum yere çakıldım.Başımı güçlükle çevirebildim yüzüne bakmak için.Mavi bir boşluğu andıran gözlerini bana dikmişti.

"Öylece mi gidiyorsun?Birşey söylemeden?"

omuz silktim. "Ne söyleyebilirim ki?"

Güldü.Yüzünde birkaç saat önceki gizemden eser yoktu."Kim olduğunu,neden beni takip ettiğini,ve şimdi neden geri döndüğünü."

"Her yarışın bir sonu vardır" gibi aptalca bir cevap verdim.

"Yarış olarak görmedim.Beklenmedik bir anda çıkılmış bir yolculuk desek?"

Dişlerimi ve gamzelerimi utanmasızca gösterdim bunu duyunca."Yol bitti."

"Başka bir yolunu buluruz."

Gözlerimi kaçırarak "İyi akşamlar" diye mırıldandım.Tam gidiyordumki "Seni bir daha ne zaman görürüm?" sorusuyla karşılaştım.

"Kadere inanırım ben.Kim bilir?"

Derin bir nefes aldı."Seni kadere bırakamam.Çok inatçıyım."

Gülümsemekle yetindim ve kalbimin gümbürtüsünü yok sayarak tekrar arkamı dönüp gitmeye yeltendim.

"Adını bari söyle be,nasıl bulurum seni?"

"Eğer adımı öğrenmen gerekiyorsa mutlaka bir yerde tekrar karşılaşırız.

Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık halde "of sençok fazla film Not:Seni Seviyorum seyretmişsin." dedi.Bozuldum ama belli etmedim"Evet.Hem de çok fazla."

"Tamam" dedi uysal bir tavırla."Madem sen kadere güveniyorsun,ben de sana güveniyorum.Ama olur da ben seni bulamazsam sen beni bul.İsmim-"

Susturdum onu."Hayır bilmek istemiyorum.Hatıramın üstüne etiket yapıştırma lütfen.Bir yabancıyla çıkılmış,çocukluk düşlerimden fırlama,tatlı bir yolculuk olarak hatırlamak istiyorum.Aklımda adınla değil,o duvardan atlarken etrafı kolaçan eden,saçları rüzgara karışan gizemli çocuk olarak yer etmelisin.O yüzden lütfen,bilmek istemiyorum."

Bisikletini bırakıp bana doğru bir adım attı."Ne yaptın bilmiyorum,kandırdın beni.Gülme ama,dokunmadan gerçek olduğuna inanamayacağım sanırım."

İzin ister gibi bakıyordu.Onu geri itecek en ufak bir harekette bulunmadım.Titreyen parmaklarını yüzümde dolaştırırken dudaklarının kenarında narin bir gülümseme belirdi.Ben çoktan yerin dibine geçtiğimi zannederken,gözlerini kapatıp mırıldandı. "Hatıramda elle tutulur bir iz bırak bari."

Nedense hemen anladım ne istediğini.Ve bu çocuğa karşı koyamazdım.Kalbim çoğalıp vücudumun her zerresinde ayrı atarken,uzandım ve yanağına ıslak bir öpücük kondurdum.Sonrasında kulağına "Görüşürüz" fısıldadım.O,gözlerini açmadan bisiklete binip mümkün olduğunca çabuk uzaklaştım oradan.

Aşkın kadere bırakılamayacağını çok sonra öğrenecektim çooook sonraları.Onun bana kızdığını hisseder gibi olacaktım."Görüşürüz" diyerek onu o yolun ortasında bırakıp gitmiştim.

Görüştük mü?Evet.Görüşmesine görüştük.Ama hayal ettiğimiz şartların ve zamanın çok dışında.2 hafta evvel muayinehaneme geldi.Şaşırdık birbirimizi gördüğümüze,ve gizli gizli sevindik.Benim sevincim,onun yanındaki küçük kız çocuğu,karnı burnunda bir kadın ve parmağındaki o gümüş halkayla baltalandı.Anlayamadım.Kafam karıştı.Üzüldüm.İnkar ettim.Hayatımda ikinci defa bir sürü şeyi aynı anda hissettim ve bu da tıpkı ilki gibi onun yüzündendi.Tanımamış gibi yaptık.Soğukkanlılıkla hipokrat yeminin gereklerini yerine getirdim.

Adını da evraklarını incelerken öğrendim.Deniz imiş..Ne güzel.Gözleri gibi.Yıllardır her gün ismini bile bilmediğim birinin bana gelmesini,beni bulmasını beklemiştim.Ama bu şekilde değil.Tahlil sonuçları hakkında görüşmek için ertesi gün tekrar geldi.Bu kez yalnızdı.Ve bu kez,rol yapmanın anlamı da yoktu.Kırk yıllık arkadaşıymışım gibi geçip oturdu karşıma.Uzun süren bir sessizlikten sonra,hesap soran bir tınıyla "8 yıl.." diye mırıldandı.Her zaman yaptığım gibi kısaca cevapladım."Evet"

"Hayır" diyerek karşı çıktı."Öyle basit değil.Sana güvenmemeliydim."

Şaşkınlıktan küçük dilim yutmuştum adeta."Beni mi suçluyorsun?"

Üstüne basa basa "Ayyynen öyle" dedi."Başka kimi suçlayacaktım?Beni,milyonlarca yolu bağlayan bir kavşakta bırakıp gittin.İpucu yok,en ufak bir iz yok."

İtiraz ettim."Hayır,iz vardı.Hem de elle tutulur bir iz.Hatırla."

"Haklısın.Onun dışında."

"Kader" dedim.Sinirlendi."Hangi kader? Nasıl bu kadar kaderci olabilirsin?"

"Bak,neden bunları konuşuyoruz ki?Evlenmişsin..." diyerek parmağındaki yüzüğe diktim gözümü."Olacağı yokmuş demek ki."

Yine çok uzun bir süre sustuk.Kağıtları kurcaladım.Konuyu değiştirmek için tahlil sonuçlarından bahsettim."Karın da,bebek de gayet iyiler.Yalnızca,şeker miktarı normalin biraz üzerinde.Dikkat edilsin."

İronik biçimde güldü."Çok fazla tatlı yiyor."

Cevap vermedim.O kalkıp kapıya yönelene kadar ne yapacağımı hiç düşünmemiştim.Bir daha görecek miydim?Görmemem daha hayırlı olacak gibiydi.Gitmekten vazgeçip,sırtını kapıya yasladı."Gidemiyorum" diye sızlandı.Hiç tereddütsüz "gitmelisin" dedim."Evli olduğunu unutma,eşinin sana ihtiyacı var."

"Peki.Bir şey merak ediyorum..."

"Evet"

"İster miydin?" yutkundu ya da öyle yapmaya çalıştı,bilmiyorum."Geri dönmeyi,o anın içinde takılıp kalmayı?"

Gözlerim dolu halde çocuk gibi salladım başımı boş bir umutla."Nasıl istemem?"

Mücadeleyi gözyaşlarım kazandı.Boğazım acıyordu.

"Dönelim o zaman"

Bu uygunsuz teklif karşısında gözyaşlarım daha da şiddetlendi ve hıçkırığa dönüştü."Ağlama" dedi,gözleri ürkütücü bir heyecanla parlıyordu."İstersen deli olduğumu düşün.Beni düşüncesiz herifin teki olarak gör,ama eğer gerçekten istersen kaderi ters köşe ederiz."

Kaderi ters köşe etmek?

Bu,kırk yıllık kölenin efendisine baş kaldırmasından farksız olurdu.Tüm bağnazlığımla boğazımdaki düğümleri ittim."Yapamam" dedim.

Yüzü düştü.Öyle ki vazgeçecek ve boynuna atlayacak gibi oldum.

"Olmaz.Sahip olduklarını düşün.Kızın var,karın var ve üstelik hamile."

"Çok düşünüyorsun."

"Çünkü ikimizden birinin bunu yapması gerekiyor.Şimdi git ve lütfen mecbur kalmadıkça bir daha gelme"

Kapının koluna asıldı."ben bu defa da seni dinliyorum bak...Ama unutma,eğer o kader dediğinşey beni bir daha sana getirirse,bu kez sen bile beni durduramazsın."

Ondan duyduğum son şey buydu.

Şu an saat gecenin 02:00'si.Yatağın içinde elimde kağıt kalem,yazacak bir şeyler de var.Kırmızı bisikletimi düşünüyorum,acaba şimdi hangi hurdacıda inzivadadır? O gün yüzümüze yüzümüze esen rüzgarı düşünüyorum,bizden sonra başkalarının yüzünü de okşamış mıdır? Ve onun beni çağırışını düşünüyorum en çok..."Hadi" deseydim,"Dönelim geri,yapalım şu dediğini..." Sonsuz ve dikenli bir yokuştan aşağı bisiklet sürmeyi kabul etseydim,hasta reçeteleri yerine,kendi kaderimi yazsaydım ve kaçsaydım onunla...

Bu beni nasıl biri yapardı?

Ahlaksız?

Hafif?

Vicdansız?

Yoksa hepsi birden mi? İnsanlar mı konuşurdu ardımdan? Ne önemi vardı? Hangisinin yükü daha ağır olurdu,hayatımın ilk "keşke"sini tatmışken?

22 Mart 2015 Pazar

ERKEKLER AĞLAR

    




    

Şiirlerim gözüme dizine dursun be kadın! Böyle gidilir mi? Onca yaşanmışlık bir çırpıda buruşturulup atılır mı çöpe? Geriye dönüp sevgilinin yaşlı gözlerine bakma lütfu dahi gösterilmez mi?

"Yok" diyorum pervasız yüreğime,"Senin kadının değil bu,o kalkışmaz seni terketmelere." Fakat biliyorum buna cüret ettiğini,gördüm.Kitaplarını,cam fanustaki varlığıyla yokluğu bir olan çirkin japon balığını,o çok sevdiğim "Sen" kokulu pembe yün hırkanı bile alıp gittin.Bunun yanında tasın tarağın lafı mı olur?

Sevmedim bu vicdansız,gözüpek kadını ben.O kim ki beni gidişinin ardından esen rüzgarla başbaşa bırakıyor?

Susmuyor telefonlar o günden beri,eş dost baş sağlığı diler gibi konuşuyor benimle."Kimse ölmedi!" diye haykırmak istiyorum ahizeye.Bağırsam,küfretsem hoşgörürler mi beni acaba?Herkes hoşgörse,Kenan'ın görmeyeceği kesin.Her gün arayıp "İlhan Abi,ne oldu senin yazı?" diye soruyor.Dergi beklemezmiş! Yazamadığımı,tıkandığımı söyleyebilsem keşke ona.Anlatacak birşey kalmadığını,hissettiğim tek şeyin senin yokluğun olduğunu ve bu yokluğun tasvir edilemeyeceğini söyleyebilsem...

Sevinmem gerekmez mi bu duruma?Sonuçta,ayaklarımı senin şu beyaz sehpana istediğim gibi uzatabilirim.Çıkarıp top haline getirdiğim çoraplarımı kanepenin dibine atabilir,diş macununu ortasından sıkabilirim dilediğimce.Hafta iki gün ıspanak yemek zorunda da değilim hem.Arıyorum bizim sokağın sonundaki Dürümcü Hamdi Usta'yı,kapıya kadar getiriyor kayıntıyı."Erkekler acıyı yalnızca çiğ köftelerinde sever" derdin ya hep,ben çiğ köftemde bile sevemiyorum acıyı.Biraz da göbek yaptım sanırım ama boşver,"Saldın kendini" diyecek biri de yok artık.Ohh be!!

Canım sıkıldı yine,dur bi cigara yakayım da öyle devam edelim.Senin o külliyen karşı olduğun,"İçme şu zıkkımı" dediğin kaçak sigaralar bunlar,sen görme diye parkelerin altına zulalamıştım.Dumanı,ezberlemiş gibi salına salına uçup senin kolalanmış dantel tüllerine siniyor.Görsen,delirirsin fikrimce.Çıkarıp yıkayayım bari diyorum ama ne denli tembel bir herif olduğum gerçeğini bir kenara bırak,perdeleri çıkarmaya yeltendiğim anda,sürekli bizi gözetleyen melehat kılıklı karşı komşumuzla göz göze gelince içimdeki o minicik heves kırıntısı da semerinden boşanıp kaçıveriyor.İki bina arasındaki o ufacık boşluğa,görüntü kirliliği yaratması pahasına bir bina daha dikilmesi için dua ediyorum o zamanlarda.

Böyle atıp tuttuğuma bakma sen.Aslında hasretinle küfelik oldum.Meczup oldum,söylediklerimin sineye çekilmesini umarım elbette.Ama bundan sonra söyleyeceklerimi sineye çekme,düşün.Bir kibrit çak yüreğine de,bak bakalım ne var ne yok o güzel yerde.

Söyle bakalım şimdi.Sen,"Yazık değil mi bana?" deyip giderken,arkandan içten içe "Gitme" diye yalvaran fakat görünürde dut yemiş bülbüle dönen bu adama yazık değil mi? Yazık değil mi balkonda bekleşen boynu bükük menekşelere?Yazık değil mi kapıların kollarına ki senin dokunuşlarından mahrumlar? Susuz gölgemin altında kıvrılan boş kağıtlara ve öksüz bıraktığın anılara..."Bana" diyorum,bana yazık değil mi?

Diyeceğim o ki kadın,kanımda kalemim de kurudu sen gidince."Geri dön" demeye hala yüzüm varken istiyorum bunu.Geri dön,varlığınla sustur evimde sızlanan yokluğunu.Nefesini menzilime kavuştur.

Geri dön,gözlerim yerine kalemim ağlasın artık...

21 Mart 2015 Cumartesi

Yolun Sonu

 

Ne kadar gereksiz şeyler için uğraşıp, harcıyoruz kendimizi. Hayat denen şu yolculuk binbir türlü engellerle ve yokuşlarla kaplı. Kimi zaman engelleri aşmak için verdiğimiz mücadeleler sonunda aldığımız yaralar kalıcı olabiliyor. Bazen bir yere ulaşabilmek için tırmanmak gerekiyorken yokuşları, bazen de tepetaklak iniyoruz, düşüyoruz... Kırılan her parçamız bizden kopan bir hayat gibi oluyor aslında. Hepsinin ardında pişmanlıklar, keşkeler... Kimi zaman vardığımız durak bunlara değse de çoğu zaman boşa alınmış hasarlar oluyor. Bunları ancak sona yaklaştığımızda farkediyoruz. Yolun sonuna... Hayat sandığımız kadar uzun bir yolculuk da değil zaten. Boşa harcanmaması gerekiyor her saniyenin, yıllar sonra kucak dolusu keşkeler değil, iyi kiler biriktirmemiz gerekiyor. Bazen uğrunda onlarca yara aldığımız durağa varamadığımızda her şeyin kötü olduğunu düşünürüz. Ama bunların hepsinin bir işaret olduğunu anlamayız... Çırpınır dururuz. Yolun sonuna varmadan sonumuzun olmasını isteriz kimi zaman. Her şeyin bitmesini, artık bu bedenin yok olmasını düşleriz... Bu düşüncenin ne kadar kirli bir düşünce olduğunu anladığımız zaman da iş işten geçmiş oluyor. Fakat bazen şans yardım ediyor bize. Bu düşünceleri silip atmamız için kafamızdan, mesajlar yolluyor. Aslında o mesajlar hep var. Hayatın yaşanmaya değer olduğunu, yaptığımız kötülüklerin sadece bize zarar verdiğini, iyiliğin daimi olduğunu, boşa harcanan zamanın yitirilmiş en büyük hazine olduğunu bir anlayabilsek...
Yıllar sonra yolun sonuna vardığımızda, artık ruhumuzu teslim ederken gökyüzüne, hayatımız gözlerimiz önünden film şeridi gibi geçerken pişmanlıklar ruhumuzu yaralamaya devam ediyor aslında. Her geçti sandığımız yara tekrardan açılıyor ve "keşke"ler daha çok vuruyor. Yıllar sonra diyorum, aldanmayın. Yolun sonuna ne zaman geleceğimizi bilemeyiz. Belki 50 sene sonra belki de yarın. Onun için her saniyenin bile kıymetini bilmemiz gerek. Gereksiz şeyler uğrunda hırpalamayın kendinizi. Ama pişmanlık da duymayın yapmadıklarınız için. Her kararınızı çok vakit kaybetmeden ölçün tartın ve adımlarınızı öyle atın. Eğer aşıksanız birine, bunu hemen şimdi ona söyleyin. Hatta gidin sarılın öpün. Kaybedecek vaktinizin olmadığını ve yolun sonuna ne zaman varacağınızı bilmediğinizi aklınızdan çıkarmayın.