14 Mayıs 2015 Perşembe

SENİN KÜÇÜK NAZENDE'N AŞIK OLDU...




Hayatının son günlerini yaşayan,soluk benizli,saçsız,nefes almaya bile dermanı olmayan genç bir kızın anlatacağı bir aşk hikayesi olabilir mi?

Beni dinleyin o halde.Çünkü o şanslı kız benim ve bir kaç gün içinde ölecek olmam bunu değiştirmiyor.

Lösemi denen o illetin bilmem kaçıncı evresini,kemoterapi ve diğer ağır ilaçlar vasıtasıyla tabiri caizse sürünerek geçiriyordum özel bir hastanede.Dışarıdan bakan birisi,bu tedavi diye yutturulan angaryaların hastaya ne kadar acı verdiğini bilemez elbette.Ben o kanının son damlasına kadar savaşan gillerden değilim.Hani nişan almayı hiç bilmeden rasgele ateş edersiniz ya,hedefi vuramadığınız gibi,cephanenizden de olursunuz.Durumumu buna benzetiyordum.Ölmek kaçınılmazken kalan canımı da etrafa boca ediyordum sanki.

Dirayetsizliğime rağmen,yine öyle bir anda isyan etmeyi akıl ettim.

"Yeni bir ilaç..." diye zırvalayan doktoruma avazımın çıktığı kadar bağırdım."Boş yere!" dedim."Burada sadece yatak işgal ediyorum."

Annemle babama döndüm.Ayıp bir şey söylemişim gibi bakıyorlardı bana."Anne,baba,bana baksanıza"

Çarşafı üstümden atıp iğne delikleriyle dolu bol morluklu kollarımı gösterdim.

"Ölüyorum ben" dedim tüm acınasılığımla.Annem,hastalığımın başından beri hep yaptığı üzere arkasını dönüp hıçkırıklara boğuldu.Babamın onu teselli çabaları da bu ritüelin olmazsa olmaz bir parçasıydı.

"Sadece,acısız bir ölüm istiyorum.Lütfen,izin verin" derken,farkında olmadan ben de ağlamaya başladım.

Doktorum Tarık Bey'e baktım o an.Genç yüzü kederlenivermişti.Şaşkına döndüm.Ellerini yumruk yaptığını görünce şaşkınlığım iki katına çıktı.2 yıldır aralıklarla hastane köşelerine düşmeme rağmen,onu hiç böyle görmemiştim.Bir doktor,hastası için en fazla ne kadar üzülebilirdi?

"Sizi dışarı alalım mı?" dedi annemlere nispeten.Fakat bu bir soru değil,düpedüz emirdi.Çaresiz,elleri koyunlarında çıktılar dışarı.

Tarık Bey,meraklı bakışlarımın üstünde dolaşmasına aldırmadan önlüğünü çıkarıp,duvarın dibindeki mavi çö kutusuna fırlattı.Bunu yaparken gözlerini gözlerime dikmişti.

Samimi bir tavırla yatağımın kenarına ilişti.Yutkunmaya çalışarak "Tarık Bey..." der demez lafımı kesti.

"Sadece 'Tarık'...Anlaştık mı? Bey'i az önce çöpe attık,hatırlıyor musun?"

Ağzımı açmak istediğimde,tehditkar bir parmakla susturuldum.

"Tarık ben.Sadece Tarık.Sen de Nazende'sin.Alınma ama adın gibisin.Konu yaşamak olduğunda bile nazlanıyorsun.Söylesene,bir insan.."

Durdu,yüzüme baktı."Pardon düzeltiyorum,bir KIZ...Üstelik seninkiler kadar güzel gözleri olan bir kız,neden 17'sinde hayatla vedalaşmaya bu kadar hevesli olur? Bir cevabın var mı? Çünkü benim yok.Acayip değil mi? Senelerce bu iş için dirsek çürüttüm ama,şimdi böyle bir soruda tıkanıyorum.Öyleyse,neden o önlüğü taşıyayım ki?"

Parmak uçlarıma kadar utanmıştım.Hatta boş bir umutla yüzümün kızarmasını bile bekledim.Bana gülümsedi."Seninle bir yürüyüşe çıkalım mı Nazende?"

Yürüyüş mü? İronik biçimde güldüm ben de."Bu tutmayan dizlerle mi?"

"Ziyanı yok.İkimizin yerine de yürürüm." deyince,aynı anda güldük.Bu halime inanamıyordum.Güldüğüme,yürüyüşe çıkacağıma,en tuhafı,kalbimin böyle atıyor olmasına inanamıyordum.

Annem üzerimi giydirdikten sonra,ılık havaya aldırmaksızın başıma bir bere geçirdi.Doğru ya,saçlarım yoktu.Kel bir kızdım ben.Üşümemek,imkansızdı benim için.

Doktor Tarık'ı hiç sivil görmemiştim o ana kadar.Kare desenli gömleği ve siyah keten pantolonuyla garip görünüyordu.

Garip ve çekici.

Tekerlekli sandalyemi ittirirken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Yeşili ve maviyi sever misin?"

"Bu da soru mu?" güldüm.

"Sabret o halde."

Yarım saate,yüksekçe bir tepedeydik.Açıkçası burası cazibesi çok yüksek bir yer değildi."Burayı sevmedim" diye homurdandım açık yüreklilikle.

"Emin misin? Etrafına bir bak." diye emretti.Otlar ve bir kaç tane aptal ağaç dışında bir şey yoktu.Kaşlarımı çattım.

"Çok eminim." dediğim sırada yüzünde haylaz bir gülümsemeyle bana doğru uzandı."N'apıyorsun?" demeye kalmadan,sanadalyenin altımdan kaydığını hissettim.Korkudan,kollarımı boynuna dolamıştım.Yüzü o kadar yakınımdaydı ki...

"İndir beni yere.n'olursun" diye yalvardım.

"Tuhafsın gerçekten."

"Niyeymiş o?"

"Hem seni yere indirmemi istiyor,hem de kollarını boynuma sımsıkı doluyorsun."

Bu cümleden sonra,varlığını bile hatırlamadığım uyuşuk yüreğime bir kuş konuverdi.Yatağa bağlı kaldığım süreçte bir çok kitap okumuştum.Onlarda bu tip bir şeyler anlatılıyordu.Bir kuş...

Adı,aşk mıydı?

"Bak" dedi önümüzdeki boşluğu işaret ederek.İnanılır gibi değildi.İstanbul'a hiç o kadar yüksekten bakmamıştım.

"Hala aynı fikirde misin?"

Yüzümü manzaradan ona çevirdim. " Çok güzel."

Dudaklarını sımsıkı kenetledi bir kaç saniye.Sonra yine azarlar tonda nutuk çekti.

"Güzel olan o kadar çok şey var ki Nazende...Bundan kat be kat güzelleri var.Ama sen görmek istemiyorsun,yazık." kıskandırır gibi derin bir nefes alıp,Teoman'ın o çok bilindik şarkısını mırıldandı beceriksizce."Daha on yedi,on yedi,on yedi,on yediymiiiişşşş"

"Bir dakika" diye böldüm ufak çaplı konserini. "Daha güzel şeyler neler? Yani şu an güzel olan tek şey,ağrısız bir ölüm benim için."

Suratı tekrar asıldı."Yanılıyorsun Nazende.Çok yanılıyorsun."

"Bana ıspatla" diye çıkıştım yüzsüz yüzsüz.Onu kızdırmıştım galiba.

"Mesela sen hiç sevdin mi? Ve ya bir erkek tarafından sevilmenin nasıl bir duygu olduğu hakkında en ufak bir fikrin var mı? Peki ya seviştin mi hiç?"

Bu kadar açık sözlü oluşu,gururumu zedelemişti.Kim,kel ve hasta bir kızı arzulardı?

"Canımla boğuşurken,hiç birinin yokluğunu yadırgamadım."

"Öyle mi?" diye sordu,asabi bir yüz ifadesiyle.

Başımı belli belirsiz salladım.Sonra,sırtımın çimlere değerken çıkardığı hışırtıyı duydum.Gökyüzü tam üstümdeydi.Ve bir nefes dalgalanıyordu boynumda.Gıdıklanma hissini andırsa da,güzeldi.

"Söylesene...Bu nasıl bir his?" diye fısıldadı.

Ciğerlerim havasızlıktan yanarken,cevapladım."Bulutlarda yürümek gibi...Düşmeden."

Nazikçe güldü buna.

Parmak uçlarını hafifçe köprücük kemiğimde gezdirdiğinde gözlerimi kapattım. "Peki,bu neye benziyor,Nazende?"

Sesi,tenimi delip kalbimde daha evvel keşfetmediğim yerlerde yankılanıyordu."Bunu anlatamıyorum." dedim dürüstçe.

"Aferin" dedi ve ardından bileklerimi sertçe kavrayıp,avuç içlerim yere bakacak şekilde ellerimi çimlere yasladı.

"Bir daha,böyle dokunabilecek misin çimenlere? Gitmek için can attığın yerde böyle bir fırsatın olacak mı?"

Ne kadar zavallı olduğumu düşünüp,haykırarak ağlarken "Beni burdan götür" diyebildim yalnızca.

Hastaneye döndüğümüzde,kronik yorgunluğumun etkisiyle başımı yastığa koyar koymaz uyuklamaya başladım.Fakat elime dokunan eli hissedecek kadar ayıktım.

"Sen ruhundan vazgeçersen,ruhun da senden vazgeçer,unutma."

"Çok yorgunum." diye mızmızlandım.

"Uyu benim,Nazende sevgilim." dedikten sonra,alnıma sıcak bir buse kondurup gitti.

Bir sonraki uyanışımda,işlerin iyiye gitmediğini şiddetlenen ağrılarımdan ve başımda sessizce gözyaşı döken annemden anladım.

"Anne" dedim usulca.

Emre amade bir askerin çevikliğiyle karşılık verdi."Söyle bebeğim?"

İçimdeki o tarifsiz duyguyu birine anlatmadan,tekrar uykuya dalmak istemiyordum.Üstelik uyanmama ihtimalim ayyuka çıkmışken.

"Aşık oldum..." diye fısıldadım gamsızca."Senin küçük Nazende'n aşık oldu..." Bunun bir anlamı varmış gibi...Aşkımı da beraberimde mezara götürmeyecekmişim gibi...

Bilincim soğuk bir boşluğa düştü sonra...

"Çimenler...Anne,çok...mutluyum..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder