23 Mayıs 2015 Cumartesi

BİR ŞAİRİ SEVMEK




Aynadaki kadına bakıyordum.Saçları birbirine karışmış,rimelleri akmış,umuttan yoksun gözleri de cabası.

O bendim."Zavallısın" dedim kendime."Yine böyle süslendin,boyandın,ve yine asla senin olmayacak bir adamı görmek adına,samimiyetten eser bulunmayan bir davete iştirak edeceksin."

Karar vermiştim.Bu son olacaktı.Ne Atilla'nın hayaline,ne de o bana yazılmamış şiirlerine yer yoktu artık hayatımda.Yalnızca bir defa daha uzaktan bakacaktım ona.Sonra gölgesinden öpüp,sessizce yok olacaktım yöresinden.

Saçlarımı taradım,gözlerimi temizledim ve yarı perişan bir vaziyette çıktım evden.Taksi bayağıdır beni bekliyor olmalıydı,adamın oflamalarından anlamıştım bunu.Adresin yazılı olduğu kağıdı uzattım ve gereksiz bir muhabbete girmekten kaçındım.

Davetin yapılacağı yerin bahçesinde yürürken,ayağımdan kulak tırmalayıcı bir çatırtı geldi.

"Kahretsin!" deyip kırılan topuğu çimlere doğru fırlattım.Sonra ayakkabılarımı da çıkarıp attım aynı yere.Utanmam da korkum da kalmamıştı.Yalın ayak salondan içeri girerken tanıdık,tanımadık tüm gözlerin üstüme çevrildiğini hissettim.

Tam karşımda,mısralarına misafir olmak için yanıp tutuştuğum o adam,ve ben yalın ayak,çırılçıplak sevdamla,onun varlığını gizliden selamlayarak bir köşeye oturup,onu seyre daldım.Yanındaki birkaç dalkavuğa halkın şiir anlayışından bahsediyordu.Arada bir,o hayranlık duyduğum gözlüklerini düzeltiyor ve gülümsüyordu belli belirsiz.

Nasıl olurdu da,birini bu kadar yıl uzaktan seyredip,yanına yaklaşma cüretini bulamazdı insan? İçim kan ağlarken,daha ona tek bir kelime edememişken,vedalaşacaktım öyle mi?

Birkaç damla yaştan sonra masadan kalkıp,başım önde,kapıya yürüdüm.Derinden,tok bir sesin "Bir dakika!" demesiyle başım döndü.Tanıdığım,bildiğim,hep kulağımda çınlayan o ses.Ama bu defa çok yakından.

Ona doğru dönerken sendeledim,sıcacık elleriyle omuzlarımdan yakaladı beni.Dua etmek istiyordum,şükretmek istiyordum.İkisini de yapamadan,sadece ağladım.

"Böyle güzel gözlerde,bunca yaş neden?" diye sordu şefkatle.

Utanma duygusundan sıyrılıp,hep sustuğum gerçeği vurdum yüzüne.

"Sizin için."

Kaşlarını çatıverdi ve ben,kaşlarını çattığında alnında oluşan o çizgi olmak istedim belki de bininci kez.

"Benim yüzümden mi? Fakat,böyle güzel gözlerin ıslanmasına sebebiyet verecek bir kusurum olmuşsa,yazıklar olsun bana!"

"Sizin için...Bunca yaş,sizin şiirlerinizin kadını olamadığım için."

İnce dudakları ketum bir tavırla kıvrıldı bunu duyunca.

"Adınızı bahşetmeniz mümkün mü bana? Yoksa kıvranayım mı bu yaşlara kefaret olarak?"

"Güzide" dedim hiç düşünmeden.

"Güzide..." Yanağımdaki ıslaklığı elleriyle sildikten sonra uzun uzun baktı yüzüme.

"Bu ıslak bakışlarınızın üstüne and içerim ki,bundan sonra yazdığım bütün mısraların baş tacı siz olacaksınız.Size,'kalemimin baki misafiri' diyeceğim."

Anın gerçekliğine inanamayarak "Sizi çok bekledim" dedim."Çok bekledim gözlerinizin bana değmesini."

Derken,uzaklaştım bir adım.Gitme vaktiydi.

"Ne büyük lütuf ki,gözlerimin perdesi tarumar oldu şimdi."

"Keşke benim yüreğimde yuva yapmış hastalıklı aşk da tarumar olsaydı.Belki o zaman onu taşıması daha kolay olurdu."

Şaşirdi bu acımasızlığıma.Hemen ardından güldü ve dünyada var olan en bariz hakikati fısıldadı bana.

"Güzide,içinde aşk olmayan yürek,bir et parçasından ibarettir."

21 Mayıs 2015 Perşembe

BEN SENDE...



      Ben bir kar tanesiydim sende
      Üşüdüm,yüreğine sığındım
      Sen kocaman bir güneştin üstümde
      Eridim baştan başa,pişman olmadım

      Ben bir deli bülbüldüm dalında
      Çok yoruldum,gölgende durdum
      Sen keskin bir bıçaktın boynumda
      Yine de açtığın yaralara tutundum

      Ben bir misafirdim en güzel yerinde
      Derdim çoktu,omzuna yaslandım
      Sen bir fincan kahveydin ellerimde
      Bu sebepten kırk yıl aşık kaldım

14 Mayıs 2015 Perşembe

SENİN KÜÇÜK NAZENDE'N AŞIK OLDU...




Hayatının son günlerini yaşayan,soluk benizli,saçsız,nefes almaya bile dermanı olmayan genç bir kızın anlatacağı bir aşk hikayesi olabilir mi?

Beni dinleyin o halde.Çünkü o şanslı kız benim ve bir kaç gün içinde ölecek olmam bunu değiştirmiyor.

Lösemi denen o illetin bilmem kaçıncı evresini,kemoterapi ve diğer ağır ilaçlar vasıtasıyla tabiri caizse sürünerek geçiriyordum özel bir hastanede.Dışarıdan bakan birisi,bu tedavi diye yutturulan angaryaların hastaya ne kadar acı verdiğini bilemez elbette.Ben o kanının son damlasına kadar savaşan gillerden değilim.Hani nişan almayı hiç bilmeden rasgele ateş edersiniz ya,hedefi vuramadığınız gibi,cephanenizden de olursunuz.Durumumu buna benzetiyordum.Ölmek kaçınılmazken kalan canımı da etrafa boca ediyordum sanki.

Dirayetsizliğime rağmen,yine öyle bir anda isyan etmeyi akıl ettim.

"Yeni bir ilaç..." diye zırvalayan doktoruma avazımın çıktığı kadar bağırdım."Boş yere!" dedim."Burada sadece yatak işgal ediyorum."

Annemle babama döndüm.Ayıp bir şey söylemişim gibi bakıyorlardı bana."Anne,baba,bana baksanıza"

Çarşafı üstümden atıp iğne delikleriyle dolu bol morluklu kollarımı gösterdim.

"Ölüyorum ben" dedim tüm acınasılığımla.Annem,hastalığımın başından beri hep yaptığı üzere arkasını dönüp hıçkırıklara boğuldu.Babamın onu teselli çabaları da bu ritüelin olmazsa olmaz bir parçasıydı.

"Sadece,acısız bir ölüm istiyorum.Lütfen,izin verin" derken,farkında olmadan ben de ağlamaya başladım.

Doktorum Tarık Bey'e baktım o an.Genç yüzü kederlenivermişti.Şaşkına döndüm.Ellerini yumruk yaptığını görünce şaşkınlığım iki katına çıktı.2 yıldır aralıklarla hastane köşelerine düşmeme rağmen,onu hiç böyle görmemiştim.Bir doktor,hastası için en fazla ne kadar üzülebilirdi?

"Sizi dışarı alalım mı?" dedi annemlere nispeten.Fakat bu bir soru değil,düpedüz emirdi.Çaresiz,elleri koyunlarında çıktılar dışarı.

Tarık Bey,meraklı bakışlarımın üstünde dolaşmasına aldırmadan önlüğünü çıkarıp,duvarın dibindeki mavi çö kutusuna fırlattı.Bunu yaparken gözlerini gözlerime dikmişti.

Samimi bir tavırla yatağımın kenarına ilişti.Yutkunmaya çalışarak "Tarık Bey..." der demez lafımı kesti.

"Sadece 'Tarık'...Anlaştık mı? Bey'i az önce çöpe attık,hatırlıyor musun?"

Ağzımı açmak istediğimde,tehditkar bir parmakla susturuldum.

"Tarık ben.Sadece Tarık.Sen de Nazende'sin.Alınma ama adın gibisin.Konu yaşamak olduğunda bile nazlanıyorsun.Söylesene,bir insan.."

Durdu,yüzüme baktı."Pardon düzeltiyorum,bir KIZ...Üstelik seninkiler kadar güzel gözleri olan bir kız,neden 17'sinde hayatla vedalaşmaya bu kadar hevesli olur? Bir cevabın var mı? Çünkü benim yok.Acayip değil mi? Senelerce bu iş için dirsek çürüttüm ama,şimdi böyle bir soruda tıkanıyorum.Öyleyse,neden o önlüğü taşıyayım ki?"

Parmak uçlarıma kadar utanmıştım.Hatta boş bir umutla yüzümün kızarmasını bile bekledim.Bana gülümsedi."Seninle bir yürüyüşe çıkalım mı Nazende?"

Yürüyüş mü? İronik biçimde güldüm ben de."Bu tutmayan dizlerle mi?"

"Ziyanı yok.İkimizin yerine de yürürüm." deyince,aynı anda güldük.Bu halime inanamıyordum.Güldüğüme,yürüyüşe çıkacağıma,en tuhafı,kalbimin böyle atıyor olmasına inanamıyordum.

Annem üzerimi giydirdikten sonra,ılık havaya aldırmaksızın başıma bir bere geçirdi.Doğru ya,saçlarım yoktu.Kel bir kızdım ben.Üşümemek,imkansızdı benim için.

Doktor Tarık'ı hiç sivil görmemiştim o ana kadar.Kare desenli gömleği ve siyah keten pantolonuyla garip görünüyordu.

Garip ve çekici.

Tekerlekli sandalyemi ittirirken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Yeşili ve maviyi sever misin?"

"Bu da soru mu?" güldüm.

"Sabret o halde."

Yarım saate,yüksekçe bir tepedeydik.Açıkçası burası cazibesi çok yüksek bir yer değildi."Burayı sevmedim" diye homurdandım açık yüreklilikle.

"Emin misin? Etrafına bir bak." diye emretti.Otlar ve bir kaç tane aptal ağaç dışında bir şey yoktu.Kaşlarımı çattım.

"Çok eminim." dediğim sırada yüzünde haylaz bir gülümsemeyle bana doğru uzandı."N'apıyorsun?" demeye kalmadan,sanadalyenin altımdan kaydığını hissettim.Korkudan,kollarımı boynuna dolamıştım.Yüzü o kadar yakınımdaydı ki...

"İndir beni yere.n'olursun" diye yalvardım.

"Tuhafsın gerçekten."

"Niyeymiş o?"

"Hem seni yere indirmemi istiyor,hem de kollarını boynuma sımsıkı doluyorsun."

Bu cümleden sonra,varlığını bile hatırlamadığım uyuşuk yüreğime bir kuş konuverdi.Yatağa bağlı kaldığım süreçte bir çok kitap okumuştum.Onlarda bu tip bir şeyler anlatılıyordu.Bir kuş...

Adı,aşk mıydı?

"Bak" dedi önümüzdeki boşluğu işaret ederek.İnanılır gibi değildi.İstanbul'a hiç o kadar yüksekten bakmamıştım.

"Hala aynı fikirde misin?"

Yüzümü manzaradan ona çevirdim. " Çok güzel."

Dudaklarını sımsıkı kenetledi bir kaç saniye.Sonra yine azarlar tonda nutuk çekti.

"Güzel olan o kadar çok şey var ki Nazende...Bundan kat be kat güzelleri var.Ama sen görmek istemiyorsun,yazık." kıskandırır gibi derin bir nefes alıp,Teoman'ın o çok bilindik şarkısını mırıldandı beceriksizce."Daha on yedi,on yedi,on yedi,on yediymiiiişşşş"

"Bir dakika" diye böldüm ufak çaplı konserini. "Daha güzel şeyler neler? Yani şu an güzel olan tek şey,ağrısız bir ölüm benim için."

Suratı tekrar asıldı."Yanılıyorsun Nazende.Çok yanılıyorsun."

"Bana ıspatla" diye çıkıştım yüzsüz yüzsüz.Onu kızdırmıştım galiba.

"Mesela sen hiç sevdin mi? Ve ya bir erkek tarafından sevilmenin nasıl bir duygu olduğu hakkında en ufak bir fikrin var mı? Peki ya seviştin mi hiç?"

Bu kadar açık sözlü oluşu,gururumu zedelemişti.Kim,kel ve hasta bir kızı arzulardı?

"Canımla boğuşurken,hiç birinin yokluğunu yadırgamadım."

"Öyle mi?" diye sordu,asabi bir yüz ifadesiyle.

Başımı belli belirsiz salladım.Sonra,sırtımın çimlere değerken çıkardığı hışırtıyı duydum.Gökyüzü tam üstümdeydi.Ve bir nefes dalgalanıyordu boynumda.Gıdıklanma hissini andırsa da,güzeldi.

"Söylesene...Bu nasıl bir his?" diye fısıldadı.

Ciğerlerim havasızlıktan yanarken,cevapladım."Bulutlarda yürümek gibi...Düşmeden."

Nazikçe güldü buna.

Parmak uçlarını hafifçe köprücük kemiğimde gezdirdiğinde gözlerimi kapattım. "Peki,bu neye benziyor,Nazende?"

Sesi,tenimi delip kalbimde daha evvel keşfetmediğim yerlerde yankılanıyordu."Bunu anlatamıyorum." dedim dürüstçe.

"Aferin" dedi ve ardından bileklerimi sertçe kavrayıp,avuç içlerim yere bakacak şekilde ellerimi çimlere yasladı.

"Bir daha,böyle dokunabilecek misin çimenlere? Gitmek için can attığın yerde böyle bir fırsatın olacak mı?"

Ne kadar zavallı olduğumu düşünüp,haykırarak ağlarken "Beni burdan götür" diyebildim yalnızca.

Hastaneye döndüğümüzde,kronik yorgunluğumun etkisiyle başımı yastığa koyar koymaz uyuklamaya başladım.Fakat elime dokunan eli hissedecek kadar ayıktım.

"Sen ruhundan vazgeçersen,ruhun da senden vazgeçer,unutma."

"Çok yorgunum." diye mızmızlandım.

"Uyu benim,Nazende sevgilim." dedikten sonra,alnıma sıcak bir buse kondurup gitti.

Bir sonraki uyanışımda,işlerin iyiye gitmediğini şiddetlenen ağrılarımdan ve başımda sessizce gözyaşı döken annemden anladım.

"Anne" dedim usulca.

Emre amade bir askerin çevikliğiyle karşılık verdi."Söyle bebeğim?"

İçimdeki o tarifsiz duyguyu birine anlatmadan,tekrar uykuya dalmak istemiyordum.Üstelik uyanmama ihtimalim ayyuka çıkmışken.

"Aşık oldum..." diye fısıldadım gamsızca."Senin küçük Nazende'n aşık oldu..." Bunun bir anlamı varmış gibi...Aşkımı da beraberimde mezara götürmeyecekmişim gibi...

Bilincim soğuk bir boşluğa düştü sonra...

"Çimenler...Anne,çok...mutluyum..."

12 Mayıs 2015 Salı

BURNUMUN UCUNDASIN,UZAKTAN SEVİYORUM SENİ



Burnumun ucundasın,uzaktan seviyorum seni 
Buhranlarını ta oralardan paylaşıyorum 
Tam ortasında bir şey var yüreğimin 
 Anlatmak istiyor,anlatamıyorum



Çakmak gibi çakıyor gözlerin kömürden geceye
Ürpersem mi,aydınlansam mı bilemiyorum 
Kokunla,sesinle çağırıyorsun da 
Durmak istiyor,duramıyorum



Bir buse filizleniyor gülüşünde 
Bir kuş uçuyor gamzenden,görüyorum 
Deli gibi çırpıyor da kanatlarını 
Tutmak istiyor,tutamıyorum



Belki bir el dolaşıyor saçlarında 
Sonra "belki"si fazla diyorum 
Sevdan solumda kökleniyor da 
Sökmek istiyor,sökemiyorum



Burnumun ucundasın,uzaktan izliyorum seni 
Bilmeden baharlar getirmişsin bana 
Acıtarak kazımışsın da adını tenime 
Silmek istiyor,silemiyorum 
Ve inan bana,silemedikçe 
Ölmek istiyor,ölemiyorum

7 Mayıs 2015 Perşembe

GÖZÜN AYDIN,SENDEN GAYRISINI GÖRMEZ OLDU GÖZÜM




Bana seni ne kadar sevdiğimi sordular bugün.Şöyle alaycı bir gülümseme belirdi dudaklarımda.

"Bilmem ki" dedim.

Çatıldı kaşlar,aynı dili konuşmuyormuşuz gibi baktılar yüzüme."Nasıl bilmezsin? İnsan,sevgisinin büyüklüğünü bilmez mi?" dediler.

O kadar aptallar ki,bana bu soruyu sormamaları gerektiğini anlayamıyorlar.

"Eğer" dedim,"Onu ne kadar sevdiğimi tarif edebilseydim,şu anda bir başkasının elini tutuyor olmazdı.Anlatamadığımdan bu haldeyim."

Fincandaki kahvenin son yudumunu öksüz bırakıp terk-i muhabbet eyledim ardından.Ellerim ceplerimde,deli divane yürüdüm İstanbul sokaklarında.Ağzımda küf kokarcasına eski ve nazende bir şarkı,aşka düşmüş,leyla gibiyim.Mutlu sayılmam aslında,hatta gözlerime baksan cehennemin dibiyim.Bilsem ki darılmayacak münker nekirlerim,gördüğüm ilk meyhanenin kapısından dalacağım kadehlerle gelecek yalancı mutluluklara.

Kendimi eve nasıl attım bilemiyorum.Ana yok,baba yok.Bir ıssız ki odalar,sorma.Soğuk yatağıma sırt üstü bırakıyorum kendimi.Başımın etrafında rengarenk kelebekler,kuşlar dönüp dursun diye bekliyorum.Tıpkı seni sevmeye başladığım ilk günkü gibi.Fakat dönen tek şey,kara bir bulut.

Ne olurdu aynı anda sevseydik birbirimizi? Ne olurdu sevda yüklü bakışlarım karşılık bulsaydı? Ne olurdu yasak olmasaydı saçlarına dokunmak,dizlerine yatmak sere serpe...

Huzursuzca soluma dönüyorum.Sıcacık bir su damlası düşüyor çarşafın üstüne.Sonra ikincisi,ve üçüncüsü.

Pıt..Pıt..Pıt...

Gözün aydın!

Ağlatmayı başardı yokluğun.Boğazımda hıçkırığa dönüştü bir başkasının elini tutuşun.Başımda duman oldu yaktığın ateş.Ve içimde selama durdu gidişin.Bir kez daha geç git önümden.

Bunlar oluyor evet.İnanır mısın,sana şarkılar yazmak istiyorum,ama ne kollarım kalkıyor yerinden,ne de ellerim razı buna.Ne notalar kabulleniyor seni,ne de kalemim boyun eğiyor sana.Her kimsen,gözün aydın...

Senden gayrısını görmüyor gözüm.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

~



Öyle çok kanıyor ki içim, Dökemediklerim kağıtlardan taşıyor. Roman oluyor. Orman oluyor. Tüm ağaçları ateşe verip de kurtulmak var şimdi... Bir de sen varsın. Gülüşün, kokun, sesin... En çok bana güldüğünde En çok benim adımı söylediğinde güzelsin. Senin en güzel halin "Ben" halin.

2 Mayıs 2015 Cumartesi

KADERİ TERS KÖŞE EDEMEMEK (2)




İki dünya bir araya gelse,aşk ve huzurun yan yana olamayacağını söyleyenler olmuş.Ne kadar haklılarmış.Aşk girince kalbin kapısından,huzur çekip gidiyormuş.Bunu,arabamın içinde tünemiş,onun ortalıkta arz-ı endam etmesini beklerken daha iyi anladım.

Kendime sormam gereken sorular vardı.

Soru 1: Neden onun kişisel bilgilerini hipokrat yeminime itaatsizlik eden bir amaç için kullanmıştım?

Soru 2: Ben de tıpkı onun gibi "kaderi ters köşe etmek" zırvalığına mı meylediyordum?

Soru 3: Neden tırnaklarımı kemiriyordum? Ayrıca bu titreyen dizler de neyin nesiydi?

Aklımı kaçırmış olabilirdim belki de.Burda olmamam gerekiyordu.Ani bir refleksle gazı kökledim ama yalnızca bir kaç saniye sonra arabamın önüne dikilen bir siluet yüzünden efsanevi bir fren yapıp,kendimi koltuğa yapışmış halde buldum.Kaburgalarım iç organlarıma geçmiş gibi hissediyordum ama bunun nedeni çarpma değildi.En azından o karşımda bana dik dik bakarken bunun olması imkansızdı.Olayın ciddiyetini sindirmeye çalışırken kapı açıldı.Utancımdan sağ tarafıma bakamıyordum. "Burada ne yapıyorsun?" sorusuna cevap ararken,ağzım açık halde,ona kurduğum bir cümleyi hatırladım."Git ve mecbur kalmadıkça gelme..."

Yalan söyleyecek,mantıklı olacak gücü kendimde bulamıyordum.Tüm çekimserliğimle cevap verdim.

"Seni görmem gerekiyordu."

Bunu gerçekten de söylemiştim.İnanması zor,fakat sapına kadar gerçek.Yüzüne bakmaya cüret ettiğimde ise,benimkinin aksine umutla parıldayan bir yüzle karşılaştım.

"Lütfen öyle gülümseme.Bunun her şeyi daha kolay yapacağını mı sanıyorsun?"

Başımı ellerinin arasına aldı sonra.Yutkundum.Olacaklardan korkmuyor değildim,yine de kıpırdayamadan gözlerindeki ateşi seyretmeye koyuldum.Alnını alnıma yasladığındaysa,bana bir kez daha "keşke" dedirtti.Keşke,alınlarımızın birleştiği gibi alın yazılarımız da birleşebilseydi...

Yüzüme yüzüme fısıldadı o sakıncalı gerçeği."Bana geldin" dedi."Bana geldin...Kaderi ters köşe etmeye."

Gözlerimi kapatıp umutsuzca söylendim."Ya kader bizi ters köşe ederse?"

Hatırlamak istemediği bir çocukluk anısını hatırlatmışım gibi baktı bana."Kader bir kez daha seni bana getirdi.Artık benimsin."

Onun muydum? Kalbim boğazımda atıyordu sanki.Bu ne tehlikeli bir oyundu böyle...Torpidonun üstündeki telefonuma uzanıp bir şeylerle uğraştı.Numaramı mı almıştı? Kafamı direksiyona yaslayıp asabi bir tavırla "in arabamdan" diye emrettim.Harekete geçmediğini gördüğümde ise biraz daha artırdım ses tonumu."Arabamdan in!! Lütfen!!" Beni pek de ciddiye almadığı belliydi.Gülümseyerek indi arabadan."Görüşürüz" dedi.Benim ona yıllar önce dediğim gibi.

Yanımdan ayrıldığında,yaptığım şeyin sonuçlarını kafamda tartmaya başladım.Daha bir kaç ay evvel ona "gelme" diyen ben,şimdi kapısında ağlayan yine ben.Kesinlikle cezalandırılıyordum.Bu,benim dünya üzerindeki cehennemim falandı büyük ihtimalle.Saçlarımı toplayıp,dikiz aynasından kendime baktım.Ellerinin dokunduğu yerler kıpkırmızı olmuştu.Gülümseyen bir kadın,bana bakıyordu aynada.Nasıl bir şeyin içine düştüğümü o an anladım.Korkunçtum.Basiretsizdim.Zayıftım.Gurursuzdum.Huzursuzdum.Çünkü,aşıktım.Ve yediğim halta gülebilecek kadar cesurdum o an.Kendimle iç muhakememi,çalan telefon yarıda kesti.Ekranda "DENİZ" yazdığını görünce "şaka yaptığını söyle!" diyerek açtım telefonu.Yanımdan ayrılalı 5 dakika bile olmamıştı.

Telaşlıydı "Buraya gelmen gerek" derken.Yok artık.

"Ne saçmalıyorsun sen?" afallamıştım.Beni eve mi çağırıyordu? karısının,çocuğunun yanına?

"Bircan,lütfen.Yardımın gerek."

Sesindeki o zavallı tınıdan,gerçekten de bir şeylerin yolunda gitmediğini anladım.Adımı ilk kez söyleyişine sevinmemi engelleyecek kadar kötü bir şeyler dönüyordu.Arabadan fırlayıp bir kaç metre gerideki mavi kapıya koştum.Daha vurmadan açıldı.

İçeriden,bir kadının kısık iniltileri duyuluyordu.Deniz'in korkulu yüzüne baktım."Ne olduğunu söyleyecek misin?"

Odadan gelen rahatsız edici çığlığı duyar duymaz içeri gitti.Ben de onu takip ettim.Salonun zeminindeki manzarayı görünce ellerimi ağzıma götürmekten kendimi alamadım.Deniz'in ellerindeki kanı da o sırada farkettim.

"Yardım et" diye yalvardı.

Halının üstünde kıvranan kadına bir daha baktım."Sen çıldırdın mı?!! Ben kadın doğumcu değilim! Hastaneye gitmesi gerek."

Başını sağa sola salladı."Hayırrr!" dedi kadın.hırlar gibi çıkmıştı sesi.Ürktüm."Suyum çoktan geldi."

Deniz'e öfkeyle baktım.Suçluluk duygusunun sebep olduğu öfkeydi bu.Eve daha erken gelebilme ihtimalini elinden almıştım.Allah beni kahretsindi...

"Geç kaldık.Doğum çoktan başlamış."

Bu cümlenin ardından,kadın araya girdi."Lütfen" deyiverdi.Başka seçeneğim kalmamıştı.Deniz'e dönüp işgüzar ebe havalarına büründüm.

"Elini tut ve onu destekle"

Kadının bacaklarının arasına eğildiğimde,yüksek sesle küfrettim.Doğum gerçekten başlamıştı.Şaka değildi.Bir yerlerde bir kamera falan olsaydı,el sallamam istenseydi ne kadar sevinecektim.Ama şaka değildi,bu kadının bacaklarının arasında,dışarı çıkmak için can atan bir şey vardı.

21. yüzyılda,burada,bu beyaz halının üstünde,aşık olduğum adamın karısına doğum yaptırıyordum.Üstelik aklımda türlü düşüncelerle.Bu bebeğin olması için,ona dokunmuş olması gerekiyordu.Ben onu düşünürken,onu beklerken,o bebek mi yapmıştı? Bu da hiç yoktan canımı acıttı.Hayat adil değildi.

Çığlıklar beni kendime getirmişti."Bana bak" dedim kadına.Terli yüzünü,Deniz'den bana çevirdi."Adın ne?"

"Canan" dedi can havliyle.

"Şimdi Canan,senden bağırmamanı istiyorum.Çünkü bütün gücünü çığlık atmaya endeksledin ve bebeği itemiyorsun.Sadece ıkın anlaştık mı?"

Başıyla belli belirsiz onayladı."Ikın,nefes al,ittir" vs komutlarıyla geçen yarım saatin ardından,kollarıma sıcak,kanlı,ve ağlamayan bir şey geldi.Evet,ağlamıyordu.İnip kalkan göğsünü görmesem onun ölü doğduğunu düşünürdüm.

Bir kollarımın arasındaki mucizeye baktım,bir hayatımın aşkına,bir de yarı gülümser bir yüzle kocasına bakan Canan'a.Göbek bağı kesilir kesilmez "Bana ver" dedi Canan.Hemen uzattım.Bebeği göğsüne bastırırken,hala Deniz'e bakıyordu.Ellerimdeki kanın kokusu burnumun direğini sızlattı.Bu tabloda bir yanlışlık vardı.Ben,bu tablonun bir parçası değildim ve onu karalayan fırça da olamazdım.Az evvel onun çocuğunu doğurturken,kendi yüreğimi öldürmüştüm.Ellerimdeki kan bir doğumun değil,cinayetin kalıntısıydı bana göre.Kendimi o tablodan acilen silmem gerekiyordu.Evin çıkış kapısına yürüdüm.Arkamdan geldi.

"Bircan..."

Donuk bakışlarımı ona çevirdim."Efendim?"

Kanlı elleriyle,onunkilerden farkı olmayan ellerimi tuttu.Köşeye sıkışmıştım.Parmağındaki halkayı kandan sıyırarak çıkarttı."Bitti" diye mırıldandı."Artık birbirimizden başka gidecek yerimiz yok."

Düşündüm...Onu unutma ihtimalimi,ya da onunla olma ihtimalimi.Unutmak mı? Yok.Aşk,bisiklet sürmeye benzer,bir kere öğrendin mi,asla unutmazsın.Ne yapacaktım?

"Kaderi ters köşe edememek..." dedim kanlı ellerime bakarak.

Sinirlendi.

"Hayır.Ediyoruz.Ettik."

"Farkında değil misin Deniz? Biz kaderi ters köşe edelim derken,kader bizi yerle bir ediyor."

"Evet,çünkü sen buna izin veriyorsun. 3.kez kader diyerek beni harcıyorsun.ne olur kalsan,seni sevmeme müsade etsen..."

Avucunun arasına sakladığı yüzüğü alıp parmağına geri taktım,donakaldı.

"Biz,asla birlikte olamayacağız,anlasana..." dedim ve yalnızca bu defalığına izin verdim dudaklarıma."Bu ilk olsun,ve son." dedikten sonra dudaklarının zehirli balının tadına baktım.

Ömrüm boyunca bu anı beklemişim gibiydi.Ne olduğunu anlayamadan,parmaklarım saçlarının arasına gömüldü.Ve kendimi duvara savunmasızca dayanmış halde buldum.Ateşle oynamak değildi bu,ateşle bir olmak,ateşi yutmaktı düpedüz.Nefes almayı başarabildiğim anda "Bırak beni" diye yalvardım."Nefes nefese kalmak için güzel bi sebep seni öpmek.." dedikten sonra alnını alnıma yasladı yine.

"Cehennnemde çok pis yanacağız" dedim dehşete kapılarak.Kendime hayret ediyor,fakat gülümseme dürtüme engel olamıyordum.Aldığım cevap beni günahın içine içine itecekti ama benim sesim bile çıkmayacaktı.

"Olsun...En azından bir şeyi birlikte yapmış olacağız..."