
İçimde bir sürü "sen" kırıntısı buldum bu gece.Toplasam yine bir tane "sen" eder mi diye düşünmeden edemedim.Oysa ne çok vedalaşmıştık seninle.Her vedamızda nasıl biraz daha gidememiştin benden.O cam kırıklarını andıran ilahi zerreciklerin nasıl da çizmiş,nasıl da kanatmıştı yüreğimin duvarlarını.
Çok inatçıydın,çok...Bensiz üşüyeceğini bilirdin,yine de kuru bir "hoşçakal" ı yüzüme vurup,çeker giderdin sen.Ve öyle sert bakardın ki o kapıyı çekişinin arefesinde,şiirdeki gibi "üşüyorsan ceketimi al.." diyemezdim sana.
Sen gittikten sonra bahar uğramadı bizim mahalleye.Mektuplar karaladım sana.Yazdıkça silesim,sildikçe seni yeniden sevesim geldi.Olmadı,olduramadım.İçimde utanmasızca yaşamaya devam ettin de,öldüremedim.Gönderemedin hatıralarını.Alışamadım bizim "sen" ve "ben" olarak ayrılışlarımıza.Dedim ya ; sen her gittiğinde aslında biraz daha kaldın bana.Dokunamadım,her hareketimde yüreğime battı parçaların.Çok vücutlar misafir ettim avuçlarımın altına,çok saçlar okşadım.Hiç birine "sen" diyemedim.Diyecek olsam,sızlayıp durdun sol yanımda.Böylesin işte,gittiğinde bile müsade etmezsin belimi doğrultmama.Bilirsin ki sevemem senden başkasını,ama buna rağmen yoklarsın beni olmadık anlarda.
Şiire dökmeye kalksam seni,olmayışın mısralara dökülemeyecek kadar koyu şu günlerde.İsterdim yokluğunu eritip,çil çil dökmeyi kağıtlara.Filizlenecekse de orada filizlensindi hasretin.Çünkü ; yüreğimde kökleniyorsun öbür türlü.
Köklendikçe zorlaşacak seni sökmek.Sökülemeyeceksin...Ve bu defa dönmeyeceksin.Dönemeyeceksin...Öyle bir hınç üfleyecek ki aklıma,adını başkalarıyla duyuşum,canhıraş saldıracağım içime saldığın köklere.Kopan her damardan sen fışkıracaksın.Yüzüme yüzüme çarpacak yokluğun.
Fakat ziyanı yok.O kapıdan çıkıp gittiğin gibi gideceksin o zaman benden.Sen direndikçe,ben ağlayarak öldüreceğim seni...
Affet...

Nemli,kimine göre bunaltıcı bir Ağustos sabahındayım.Elimde çok şekerli,sütlü kahvem...Ve inanılacak gibi değil,kuşlar ötüyor her şeye rağmen.Ağaçların dalları tembel tembel salınıyor,mevsimsiz dökülen yağmurlardan olsa gerek,kusursuz bir yeşile bürünmüşler.
Gariptir ki, insan böylesine basit ama kalabalık bir anın ardından fark eder hayat denen şeyin aslında ne denli değerli olduğunu.
Şu kahvenin burna vuran şekerli buharı bile gülümsetebiliyorsa,sokağın başından kendini bisikletiyle salıveren çocuğun çığlıkları bizi heyecanlandırabiliyorsa,hala mırıldanabiliyorsak en sevdiğimiz şarkıları sesimizin rengine aldırmadan,hayat yaşamaya değer değil de nedir?
Bunu bildiğimiz halde isyan edip,yenilgi bayraklarını çekmek,bu çizdiğimiz neşeli hayat tablosuna ters düşmüyor mu sizce de?
En basiti ; kalbimiz bir defa kırıldığında,kendimizi kenara çekip etrafımıza görünmez ve kalın duvarlar örüp,bu kırgınlık asla geçmeyecekmiş gibi davranıyoruz.Unuttuğumuz şey ; acının da,kırıklıkların da hayat denen bu renkli tablonun olmazsa olmaz bir parçası olduğudur.Biz kabul edelim ya da etmeyelim,hiç bir zaman aynı renk olmaz hayatlarımız.Bazen fincandaki kahve kadar hüzünlüdür,bazen de yürümenin zevkini yeni keşfetmiş minik bir kız çocuğunun pabuçları kadar neşeli,ya da pencerinin önünde annemizin bin bir emekle yetiştirdiği güller kadar güzel fakat dikenli.Kimi zaman da yatağımızda tembel tembel esnerken yüzümüze vuran gün ışığı kadar tatlıdır hayat.Verdiğin kadar,aldığındır.Serdiğin kadar da,topladığın.
En renksiz sandığında bile,mutlaka bir rengi vardır.mühim olan ise,her rengi mümkün olduğunca tatmaktır.İtirazı olan???
Toz pembeyle başladı beni sevişinin hikayesi.O rengarenk pazar sokağının kalabalığında yürüyoruz seninle.Öyle çok şey oluyor ki o kalabalıkta...Fakat hiç biriyle ilgilenmiyorum sen bir adım solumdayken.
Başında o siyah,örgü bere var yine.Ne çok seviyorsun onu.Ama benim seni sevdiğim kadar değil elbette.Annelerinin eteklerine yapışıp,ağlaya zırlaya bir şeyler isteyen çocukların,bağıran tezgahtarların arasından sıyrılıyoruz.Gözüme pespembe pamuk şekerler ilişiyor.Neredeyse beni sevişin kadar pembeler.Yüzüm aydınlanıyor onları görünce,çok seviyorum,biliyorsun.Satıcıyı durdurup "en pembesini istiyorum" diyorsun.Adamcağız kalakalıyor bu isteğin karşısında.Yine de en pembe olduğuna inandığı birini veriyor.Bana uzatırken öyle bir ifade var ki yüzünde,pamuk şekeri unutuveriyorum.Şaşkın bakışların üzerimde hala.Dudaklarımı şekere gömüyorum,ağzıma yüzüme bulaştırışıma gülmeden edemiyorsun.Hem,ne de güzel gülüyorsun.Hep gül sen.
Küçük bir parça koparıp ağzına tıkıştırıyorum sen gülerken.Tek hamlede sorunsuz yuttuktan sonra,elin elime dokunuyor.Aslında dokunmak değil bu,tutuyorsun düpedüz.Gözlerin öylesine güzel bakıyor ki,sorsan en güzel benim o dakikada.Kısacık bir buhran sonrası tutuşun karşılık buluyor.Sıcacık ellerin var,ilk kez oluyor bu.
Yol boyu küçük adımlar atıyoruz.Biliyorum ki,bugün benden daha mutlu tek bir insan evladı bulunmaz.Mutlu olmamak elde mi? Sen, ben iken.Ben,sen iken.
Sen yanımdayken etrafa bakmak gibi bir gaflete düşüyorum.Gözlerim şaşkınlıktan sonuna değin açılıyor.Ne zaman bu kadar ıssızlaştı bu semt? Kuşlar,kelebekler,sokak köpekleri neden kaçışıyor bizi görünce? Neden üzerine bastığımız toprak,toza dumana gidiyor? İnsan cesetlerinin kaldırım kenarlarına yığılışı neden? Ne diye kandan yağmurlar boşanıyor pamuk şekerimin üzerine?
İçim ürperiyor.Hani gittiğimiz yerlere bahar götürecektik biz?
Elimi bırakıyorsun sonra.Benimki kadar kederli olan yüzün,uzaklaşıveriyor benden.Neler olduğunu öğrenip geleceğini söylüyor ve beni bırakıyorsun."Gitme" diyemiyorum.Sen gözden kaybolduktan az sonra,bir toz bulutuna yoldaşlık eden 3-5 asker görüyorum.Ellerinde silahlar,ve kesinlikle onları kullanmaya yeminliler.Yutkunuyorum ve her nasılsa senden evvel muvaffak oluyorum hakikate.Bu bir,SAVAŞ!!
Ve biliyorum ki,bu savaşta taş üstünde taş dahi bırakılmazken, bizim sağ kalmamız imkansız olacak.Askerlerin beni fark edip,dizlerimin üstüne çökertmeleri ve silahlarını başıma dayamaları uzun sürmüyor.
Bir kez daha ürperiyorum.Son dileğim,senin geri dönmemen.Ve o bile gerçekleşmiyor.Sokağın sonunda beliriveriyor güzel yüzün.Güzel ve korkulu...Şiirdeki gibi.
Başımı "gelme" dercesine sallıyorum.Ama öyle inatçısın ki...Buna engel olabilecekmişsin gibi koşuyorsun var gücünle.Gözyaşlarım izin verdiğince bağırıyorum sana: " Gelme! Kaç!"
Yine dinlemiyorsun beni.Zaten ne zaman dinledin ki? Artık görüyorum gün gibi,sen de az benim kadar,öleceksin.Tesellim,senden önce gidişim olacak belki.Senin gidişini seyretmek zorunda kalmayacağım.
Başıma dayanan soğuk metal ileri geri hareket edince,gözlerimi yumuyorum.Hala bana doğru koşuyorsun,öyle değil mi?
Kaynar..Ama çok kaynar bir şeyler hücum ediyor beynime.Senli hatıralarımdan koparıyor acımaksızın.
Ve ben,haykırarak uyanıyorum beni sevişinden...