Kalem için kağıttan başka sevda yoktu o vakit...
9 Kasım 2015 Pazartesi
Günaydın gözyaşımın rengi
Dibini göremediğim hüznüm
Gecemdeki koyu uykusuzluk
Sonunu izlemekten korktuğum film
Yüreğimdeki yakıcı susuzluk
Günaydın yüzümdeki en sevdiğim çizgi Yeni bir şey getireceğim yok bugünün de
Her şey hep olduğu gibi olacak
yine Yanından geçeceğim
yine Selam vermeyeceğim içim kan ağlayarak
Ve sen yine o köşedeki pencerede Kızgın bir o kadarda meraklı
Duruyorsun orada öylece
devirip kahvenin en şirin tonu gözlerini
Sonra bir de gülüyorsun utanmadan göstermek istercesine gamzelerini
Geçenlerde doğum gününde hani
kaç oldu yaşın küçük sevgilim?
Beni sevebilecek yaşa geldin mi?
küçük diyorum diye darılma bana Dalga geçiyorum sanma sakın
Ellerinde küçüktü ama yüreğimi bölmeye yetti de arttı
Olsun birleşmek için bölünmüş olmak gerekir
iyileşmek için yaralanmak en hasından
Gülmek için ağlamak
ve vazgeçebilmek için sevebilmek
Amma da Cesur muşum değil mi?
Kadın kısmı söylemez aşkını derdi annem
biraz utanma olmalıymış
kadınım ve utanmıyorum
Utanmıyorum işte!
gücenmiyorum da söylemeye sevdiğimi
Ama sana değil, kendime
Senin olmadığın yerlerde..
Sevgim, heyecanım, kuşkularım,
verdiğim değer..
Belki de hepsi karşılıksız
Belki sen hiç yanından bile geçmedin geçmeyeceksin beni sevmenin
Oysa ben ne çok şey getirdim bir bilsen ne çok yalpaladım içimde
Açtığın oyuklara yuvarlanmamak için
Ne çok yola girdim
Ne çok şeyden vazgeçtim
Yağmur oldum
Yüzüne düşen damlalardan olmak için
Düşebildiğim yer yüzün değil vefasızca açtığın şemsiyeydi
Su oldum sırf dudaklarına değebileyim
Hiç değilse kıyısına varabileyim diye
Ve varabildiğim yer sdudakların değil bahçendeki gülün dibiydi
Hiçbir şey oldum
Bazen zaman oldum inadına geçmedim Sen oldum, Senden oldum,
ama senin olamadım.
Günaydın kardan beyaz geceden Kara güneşten sarı menekşe'den mor sevgilim
Şaşırma Bildiğim bütün renkler sensin okuduğum tüm dualar
Gördüğüm, sevdiğim
Ve sevmediğim her şey gibi
Biraz arada, biraz sırada
Biraz huyunda,biraz suyunda
Bazen sen de, bazen de ben de olduğu gibi
Günaydın Küçük Sevgilim
Ama sen olmadan aydın falan olmaz bugün,
bil istedim...
2 Ekim 2015 Cuma
KOYAMIYORUM SANA BİR İSİM...
Bugünlerde,seslenmek istiyorum sana.
Bağırmak,çağırmak,adını haykırmak istiyorum avaz avaz.Ve sonra dönüp bakıyorum ki bir adın yok,her şeye kılıf uyduran çöplük ve izbe aklımda.Sana bir hitabı yok dilimin.
Sana lal...
Sana kilitli...
Diyemiyorum mesela...
Sana "canım" diyemiyorum.Çünkü biliyorum ki canın da bir kıymeti kalmıyor sen gidince.Ne bu parmaklar benim,ne de pencereden bir toz bulutu gibi üflediğim tembel anılar.Tüm çiçeklerini döktüm içimin.
Artık can da yok,canan da...
Ağzımda sönük bir sigara,sana koymak istediğim isimleri tartıyorum.Hangisi senden daha ağır gelebilir ki bu şirazede?
Zira senden bir avuç koysam,diğer kefenin anlamı yitiyor.Ama buna rağmen "her şeyim" de diyemiyorum,aynı anda hiçbir şeyim olduğundan mıdır nedir?
Koyamıyorum sana bir isim.
Koyamıyorum...
Çünkü ben "Sen bana bakma,ben senin baktığın yönde olurum" diyen adamdan yana iken,sen o tatlı,pembe dilinde pervasız Orhan Veli mısralarıyla mutallaka mutallaka dolaşıyorsun bu şehrin sokaklarında.
Ait değilsin.Ne bana,ne bir başkasına.Soluduğun havaya bile yabancısın bir parça...
4 Eylül 2015 Cuma
KAĞITTAN YÜREKLER
Sıcak bir hava var bugün İstanbul'da.Öyle ki,alnımdan damlayan terin hesabı tutulamaz.Sırtımı yıkık dökük,ama adı okul okul olan bir binanın boyası dökülmüş,paslı kapısına vermişim.İçeriden,hırsla çalındığı tınısından belli olan bir piyano sesi geliyor.
Bir de insanlar var tabi.Geçip gidiyorlar rüzgarla kol kola.Onlarca ayak,onlarca çıtırtı,onlarca bebek kucaklarda ve ben denize bakıyorum.
Kalbimi kıran adamlardan,koca gövdeli ve heybetli bir gemi yapıyorum o an.Birazdan salıvereceğim onu dalgaların yumuşak kucağına.Ama korkuyorum...Ya bu liman,bu gemiyi kaldıracak kadar derin değilse?
Sonra vazgeçiyorum onları gözümde bu kadar büyütmekten."Hepsi,kağıttan adamlardı" diyorum.Kaç tane kağıdı üst üste koyarsan koy,kağıt yine kağıttır.Bu gemi demirden falan değil yani,kendimi kandırıyorum.
Çünkü ; hepsinin yürekleri "kağıttandı".Biliyorum...
2 Haziran 2015 Salı
Bülbül niyaz eyleyemedi olmayışında, "Var git" diyemem sana ellerin yâri,
Başını omzuma,derdini sîneme yasla.
Gönül divâne,gayrı ahûzarı da yok,
"Ötede dur" diyemem sana ellerin yâri
Başka sevdaya gözüm,başka aşa karnım tok.
Terk-i diyâr ettim öz toprağımdan,
"Düş peşime" diyemem sana ellerin yâri
Benim yüreğim kebap,kalemim nar-ı şebaptan.
Lâl oldu dillerim olmayışında,
"Bülbül eyle" diyemem sana ellerin yâri,
Var git başın başka omuza,
Derdin başka sineye yasla.
23 Mayıs 2015 Cumartesi
BİR ŞAİRİ SEVMEK
Aynadaki kadına bakıyordum.Saçları birbirine karışmış,rimelleri akmış,umuttan yoksun gözleri de cabası.
O bendim."Zavallısın" dedim kendime."Yine böyle süslendin,boyandın,ve yine asla senin olmayacak bir adamı görmek adına,samimiyetten eser bulunmayan bir davete iştirak edeceksin."
Karar vermiştim.Bu son olacaktı.Ne Atilla'nın hayaline,ne de o bana yazılmamış şiirlerine yer yoktu artık hayatımda.Yalnızca bir defa daha uzaktan bakacaktım ona.Sonra gölgesinden öpüp,sessizce yok olacaktım yöresinden.
Saçlarımı taradım,gözlerimi temizledim ve yarı perişan bir vaziyette çıktım evden.Taksi bayağıdır beni bekliyor olmalıydı,adamın oflamalarından anlamıştım bunu.Adresin yazılı olduğu kağıdı uzattım ve gereksiz bir muhabbete girmekten kaçındım.
Davetin yapılacağı yerin bahçesinde yürürken,ayağımdan kulak tırmalayıcı bir çatırtı geldi.
"Kahretsin!" deyip kırılan topuğu çimlere doğru fırlattım.Sonra ayakkabılarımı da çıkarıp attım aynı yere.Utanmam da korkum da kalmamıştı.Yalın ayak salondan içeri girerken tanıdık,tanımadık tüm gözlerin üstüme çevrildiğini hissettim.
Tam karşımda,mısralarına misafir olmak için yanıp tutuştuğum o adam,ve ben yalın ayak,çırılçıplak sevdamla,onun varlığını gizliden selamlayarak bir köşeye oturup,onu seyre daldım.Yanındaki birkaç dalkavuğa halkın şiir anlayışından bahsediyordu.Arada bir,o hayranlık duyduğum gözlüklerini düzeltiyor ve gülümsüyordu belli belirsiz.
Nasıl olurdu da,birini bu kadar yıl uzaktan seyredip,yanına yaklaşma cüretini bulamazdı insan? İçim kan ağlarken,daha ona tek bir kelime edememişken,vedalaşacaktım öyle mi?
Birkaç damla yaştan sonra masadan kalkıp,başım önde,kapıya yürüdüm.Derinden,tok bir sesin "Bir dakika!" demesiyle başım döndü.Tanıdığım,bildiğim,hep kulağımda çınlayan o ses.Ama bu defa çok yakından.
Ona doğru dönerken sendeledim,sıcacık elleriyle omuzlarımdan yakaladı beni.Dua etmek istiyordum,şükretmek istiyordum.İkisini de yapamadan,sadece ağladım.
"Böyle güzel gözlerde,bunca yaş neden?" diye sordu şefkatle.
Utanma duygusundan sıyrılıp,hep sustuğum gerçeği vurdum yüzüne.
"Sizin için."
Kaşlarını çatıverdi ve ben,kaşlarını çattığında alnında oluşan o çizgi olmak istedim belki de bininci kez.
"Benim yüzümden mi? Fakat,böyle güzel gözlerin ıslanmasına sebebiyet verecek bir kusurum olmuşsa,yazıklar olsun bana!"
"Sizin için...Bunca yaş,sizin şiirlerinizin kadını olamadığım için."
İnce dudakları ketum bir tavırla kıvrıldı bunu duyunca.
"Adınızı bahşetmeniz mümkün mü bana? Yoksa kıvranayım mı bu yaşlara kefaret olarak?"
"Güzide" dedim hiç düşünmeden.
"Güzide..." Yanağımdaki ıslaklığı elleriyle sildikten sonra uzun uzun baktı yüzüme.
"Bu ıslak bakışlarınızın üstüne and içerim ki,bundan sonra yazdığım bütün mısraların baş tacı siz olacaksınız.Size,'kalemimin baki misafiri' diyeceğim."
Anın gerçekliğine inanamayarak "Sizi çok bekledim" dedim."Çok bekledim gözlerinizin bana değmesini."
Derken,uzaklaştım bir adım.Gitme vaktiydi.
"Ne büyük lütuf ki,gözlerimin perdesi tarumar oldu şimdi."
"Keşke benim yüreğimde yuva yapmış hastalıklı aşk da tarumar olsaydı.Belki o zaman onu taşıması daha kolay olurdu."
Şaşirdi bu acımasızlığıma.Hemen ardından güldü ve dünyada var olan en bariz hakikati fısıldadı bana.
"Güzide,içinde aşk olmayan yürek,bir et parçasından ibarettir."
21 Mayıs 2015 Perşembe
BEN SENDE...
Üşüdüm,yüreğine sığındım
Sen kocaman bir güneştin üstümde
Eridim baştan başa,pişman olmadım
Ben bir deli bülbüldüm dalında
Çok yoruldum,gölgende durdum
Sen keskin bir bıçaktın boynumda
Yine de açtığın yaralara tutundum
Ben bir misafirdim en güzel yerinde
Derdim çoktu,omzuna yaslandım
Sen bir fincan kahveydin ellerimde
Bu sebepten kırk yıl aşık kaldım
14 Mayıs 2015 Perşembe
SENİN KÜÇÜK NAZENDE'N AŞIK OLDU...
Hayatının son günlerini yaşayan,soluk benizli,saçsız,nefes almaya bile dermanı olmayan genç bir kızın anlatacağı bir aşk hikayesi olabilir mi?
Beni dinleyin o halde.Çünkü o şanslı kız benim ve bir kaç gün içinde ölecek olmam bunu değiştirmiyor.
Lösemi denen o illetin bilmem kaçıncı evresini,kemoterapi ve diğer ağır ilaçlar vasıtasıyla tabiri caizse sürünerek geçiriyordum özel bir hastanede.Dışarıdan bakan birisi,bu tedavi diye yutturulan angaryaların hastaya ne kadar acı verdiğini bilemez elbette.Ben o kanının son damlasına kadar savaşan gillerden değilim.Hani nişan almayı hiç bilmeden rasgele ateş edersiniz ya,hedefi vuramadığınız gibi,cephanenizden de olursunuz.Durumumu buna benzetiyordum.Ölmek kaçınılmazken kalan canımı da etrafa boca ediyordum sanki.
Dirayetsizliğime rağmen,yine öyle bir anda isyan etmeyi akıl ettim.
"Yeni bir ilaç..." diye zırvalayan doktoruma avazımın çıktığı kadar bağırdım."Boş yere!" dedim."Burada sadece yatak işgal ediyorum."
Annemle babama döndüm.Ayıp bir şey söylemişim gibi bakıyorlardı bana."Anne,baba,bana baksanıza"
Çarşafı üstümden atıp iğne delikleriyle dolu bol morluklu kollarımı gösterdim.
"Ölüyorum ben" dedim tüm acınasılığımla.Annem,hastalığımın başından beri hep yaptığı üzere arkasını dönüp hıçkırıklara boğuldu.Babamın onu teselli çabaları da bu ritüelin olmazsa olmaz bir parçasıydı.
"Sadece,acısız bir ölüm istiyorum.Lütfen,izin verin" derken,farkında olmadan ben de ağlamaya başladım.
Doktorum Tarık Bey'e baktım o an.Genç yüzü kederlenivermişti.Şaşkına döndüm.Ellerini yumruk yaptığını görünce şaşkınlığım iki katına çıktı.2 yıldır aralıklarla hastane köşelerine düşmeme rağmen,onu hiç böyle görmemiştim.Bir doktor,hastası için en fazla ne kadar üzülebilirdi?
"Sizi dışarı alalım mı?" dedi annemlere nispeten.Fakat bu bir soru değil,düpedüz emirdi.Çaresiz,elleri koyunlarında çıktılar dışarı.
Tarık Bey,meraklı bakışlarımın üstünde dolaşmasına aldırmadan önlüğünü çıkarıp,duvarın dibindeki mavi çö kutusuna fırlattı.Bunu yaparken gözlerini gözlerime dikmişti.
Samimi bir tavırla yatağımın kenarına ilişti.Yutkunmaya çalışarak "Tarık Bey..." der demez lafımı kesti.
"Sadece 'Tarık'...Anlaştık mı? Bey'i az önce çöpe attık,hatırlıyor musun?"
Ağzımı açmak istediğimde,tehditkar bir parmakla susturuldum.
"Tarık ben.Sadece Tarık.Sen de Nazende'sin.Alınma ama adın gibisin.Konu yaşamak olduğunda bile nazlanıyorsun.Söylesene,bir insan.."
Durdu,yüzüme baktı."Pardon düzeltiyorum,bir KIZ...Üstelik seninkiler kadar güzel gözleri olan bir kız,neden 17'sinde hayatla vedalaşmaya bu kadar hevesli olur? Bir cevabın var mı? Çünkü benim yok.Acayip değil mi? Senelerce bu iş için dirsek çürüttüm ama,şimdi böyle bir soruda tıkanıyorum.Öyleyse,neden o önlüğü taşıyayım ki?"
Parmak uçlarıma kadar utanmıştım.Hatta boş bir umutla yüzümün kızarmasını bile bekledim.Bana gülümsedi."Seninle bir yürüyüşe çıkalım mı Nazende?"
Yürüyüş mü? İronik biçimde güldüm ben de."Bu tutmayan dizlerle mi?"
"Ziyanı yok.İkimizin yerine de yürürüm." deyince,aynı anda güldük.Bu halime inanamıyordum.Güldüğüme,yürüyüşe çıkacağıma,en tuhafı,kalbimin böyle atıyor olmasına inanamıyordum.
Annem üzerimi giydirdikten sonra,ılık havaya aldırmaksızın başıma bir bere geçirdi.Doğru ya,saçlarım yoktu.Kel bir kızdım ben.Üşümemek,imkansızdı benim için.
Doktor Tarık'ı hiç sivil görmemiştim o ana kadar.Kare desenli gömleği ve siyah keten pantolonuyla garip görünüyordu.
Garip ve çekici.
Tekerlekli sandalyemi ittirirken "Nereye gidiyoruz?" diye sordum.
"Yeşili ve maviyi sever misin?"
"Bu da soru mu?" güldüm.
"Sabret o halde."
Yarım saate,yüksekçe bir tepedeydik.Açıkçası burası cazibesi çok yüksek bir yer değildi."Burayı sevmedim" diye homurdandım açık yüreklilikle.
"Emin misin? Etrafına bir bak." diye emretti.Otlar ve bir kaç tane aptal ağaç dışında bir şey yoktu.Kaşlarımı çattım.
"Çok eminim." dediğim sırada yüzünde haylaz bir gülümsemeyle bana doğru uzandı."N'apıyorsun?" demeye kalmadan,sanadalyenin altımdan kaydığını hissettim.Korkudan,kollarımı boynuna dolamıştım.Yüzü o kadar yakınımdaydı ki...
"İndir beni yere.n'olursun" diye yalvardım.
"Tuhafsın gerçekten."
"Niyeymiş o?"
"Hem seni yere indirmemi istiyor,hem de kollarını boynuma sımsıkı doluyorsun."
Bu cümleden sonra,varlığını bile hatırlamadığım uyuşuk yüreğime bir kuş konuverdi.Yatağa bağlı kaldığım süreçte bir çok kitap okumuştum.Onlarda bu tip bir şeyler anlatılıyordu.Bir kuş...
Adı,aşk mıydı?
"Bak" dedi önümüzdeki boşluğu işaret ederek.İnanılır gibi değildi.İstanbul'a hiç o kadar yüksekten bakmamıştım.
"Hala aynı fikirde misin?"
Yüzümü manzaradan ona çevirdim. " Çok güzel."
Dudaklarını sımsıkı kenetledi bir kaç saniye.Sonra yine azarlar tonda nutuk çekti.
"Güzel olan o kadar çok şey var ki Nazende...Bundan kat be kat güzelleri var.Ama sen görmek istemiyorsun,yazık." kıskandırır gibi derin bir nefes alıp,Teoman'ın o çok bilindik şarkısını mırıldandı beceriksizce."Daha on yedi,on yedi,on yedi,on yediymiiiişşşş"
"Bir dakika" diye böldüm ufak çaplı konserini. "Daha güzel şeyler neler? Yani şu an güzel olan tek şey,ağrısız bir ölüm benim için."
Suratı tekrar asıldı."Yanılıyorsun Nazende.Çok yanılıyorsun."
"Bana ıspatla" diye çıkıştım yüzsüz yüzsüz.Onu kızdırmıştım galiba.
"Mesela sen hiç sevdin mi? Ve ya bir erkek tarafından sevilmenin nasıl bir duygu olduğu hakkında en ufak bir fikrin var mı? Peki ya seviştin mi hiç?"
Bu kadar açık sözlü oluşu,gururumu zedelemişti.Kim,kel ve hasta bir kızı arzulardı?
"Canımla boğuşurken,hiç birinin yokluğunu yadırgamadım."
"Öyle mi?" diye sordu,asabi bir yüz ifadesiyle.
Başımı belli belirsiz salladım.Sonra,sırtımın çimlere değerken çıkardığı hışırtıyı duydum.Gökyüzü tam üstümdeydi.Ve bir nefes dalgalanıyordu boynumda.Gıdıklanma hissini andırsa da,güzeldi.
"Söylesene...Bu nasıl bir his?" diye fısıldadı.
Ciğerlerim havasızlıktan yanarken,cevapladım."Bulutlarda yürümek gibi...Düşmeden."
Nazikçe güldü buna.
Parmak uçlarını hafifçe köprücük kemiğimde gezdirdiğinde gözlerimi kapattım. "Peki,bu neye benziyor,Nazende?"
Sesi,tenimi delip kalbimde daha evvel keşfetmediğim yerlerde yankılanıyordu."Bunu anlatamıyorum." dedim dürüstçe.
"Aferin" dedi ve ardından bileklerimi sertçe kavrayıp,avuç içlerim yere bakacak şekilde ellerimi çimlere yasladı.
"Bir daha,böyle dokunabilecek misin çimenlere? Gitmek için can attığın yerde böyle bir fırsatın olacak mı?"
Ne kadar zavallı olduğumu düşünüp,haykırarak ağlarken "Beni burdan götür" diyebildim yalnızca.
Hastaneye döndüğümüzde,kronik yorgunluğumun etkisiyle başımı yastığa koyar koymaz uyuklamaya başladım.Fakat elime dokunan eli hissedecek kadar ayıktım.
"Sen ruhundan vazgeçersen,ruhun da senden vazgeçer,unutma."
"Çok yorgunum." diye mızmızlandım.
"Uyu benim,Nazende sevgilim." dedikten sonra,alnıma sıcak bir buse kondurup gitti.
Bir sonraki uyanışımda,işlerin iyiye gitmediğini şiddetlenen ağrılarımdan ve başımda sessizce gözyaşı döken annemden anladım.
"Anne" dedim usulca.
Emre amade bir askerin çevikliğiyle karşılık verdi."Söyle bebeğim?"
İçimdeki o tarifsiz duyguyu birine anlatmadan,tekrar uykuya dalmak istemiyordum.Üstelik uyanmama ihtimalim ayyuka çıkmışken.
"Aşık oldum..." diye fısıldadım gamsızca."Senin küçük Nazende'n aşık oldu..." Bunun bir anlamı varmış gibi...Aşkımı da beraberimde mezara götürmeyecekmişim gibi...
Bilincim soğuk bir boşluğa düştü sonra...
"Çimenler...Anne,çok...mutluyum..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)