30 Mart 2015 Pazartesi
KADERİ TERS KÖŞE EDEMEMEK
22 Mart 2015 Pazar
ERKEKLER AĞLAR
Şiirlerim gözüme dizine dursun be kadın! Böyle gidilir mi? Onca yaşanmışlık bir çırpıda buruşturulup atılır mı çöpe? Geriye dönüp sevgilinin yaşlı gözlerine bakma lütfu dahi gösterilmez mi?
"Yok" diyorum pervasız yüreğime,"Senin kadının değil bu,o kalkışmaz seni terketmelere." Fakat biliyorum buna cüret ettiğini,gördüm.Kitaplarını,cam fanustaki varlığıyla yokluğu bir olan çirkin japon balığını,o çok sevdiğim "Sen" kokulu pembe yün hırkanı bile alıp gittin.Bunun yanında tasın tarağın lafı mı olur?
Sevmedim bu vicdansız,gözüpek kadını ben.O kim ki beni gidişinin ardından esen rüzgarla başbaşa bırakıyor?
Susmuyor telefonlar o günden beri,eş dost baş sağlığı diler gibi konuşuyor benimle."Kimse ölmedi!" diye haykırmak istiyorum ahizeye.Bağırsam,küfretsem hoşgörürler mi beni acaba?Herkes hoşgörse,Kenan'ın görmeyeceği kesin.Her gün arayıp "İlhan Abi,ne oldu senin yazı?" diye soruyor.Dergi beklemezmiş! Yazamadığımı,tıkandığımı söyleyebilsem keşke ona.Anlatacak birşey kalmadığını,hissettiğim tek şeyin senin yokluğun olduğunu ve bu yokluğun tasvir edilemeyeceğini söyleyebilsem...
Sevinmem gerekmez mi bu duruma?Sonuçta,ayaklarımı senin şu beyaz sehpana istediğim gibi uzatabilirim.Çıkarıp top haline getirdiğim çoraplarımı kanepenin dibine atabilir,diş macununu ortasından sıkabilirim dilediğimce.Hafta iki gün ıspanak yemek zorunda da değilim hem.Arıyorum bizim sokağın sonundaki Dürümcü Hamdi Usta'yı,kapıya kadar getiriyor kayıntıyı."Erkekler acıyı yalnızca çiğ köftelerinde sever" derdin ya hep,ben çiğ köftemde bile sevemiyorum acıyı.Biraz da göbek yaptım sanırım ama boşver,"Saldın kendini" diyecek biri de yok artık.Ohh be!!
Canım sıkıldı yine,dur bi cigara yakayım da öyle devam edelim.Senin o külliyen karşı olduğun,"İçme şu zıkkımı" dediğin kaçak sigaralar bunlar,sen görme diye parkelerin altına zulalamıştım.Dumanı,ezberlemiş gibi salına salına uçup senin kolalanmış dantel tüllerine siniyor.Görsen,delirirsin fikrimce.Çıkarıp yıkayayım bari diyorum ama ne denli tembel bir herif olduğum gerçeğini bir kenara bırak,perdeleri çıkarmaya yeltendiğim anda,sürekli bizi gözetleyen melehat kılıklı karşı komşumuzla göz göze gelince içimdeki o minicik heves kırıntısı da semerinden boşanıp kaçıveriyor.İki bina arasındaki o ufacık boşluğa,görüntü kirliliği yaratması pahasına bir bina daha dikilmesi için dua ediyorum o zamanlarda.
Böyle atıp tuttuğuma bakma sen.Aslında hasretinle küfelik oldum.Meczup oldum,söylediklerimin sineye çekilmesini umarım elbette.Ama bundan sonra söyleyeceklerimi sineye çekme,düşün.Bir kibrit çak yüreğine de,bak bakalım ne var ne yok o güzel yerde.
Söyle bakalım şimdi.Sen,"Yazık değil mi bana?" deyip giderken,arkandan içten içe "Gitme" diye yalvaran fakat görünürde dut yemiş bülbüle dönen bu adama yazık değil mi? Yazık değil mi balkonda bekleşen boynu bükük menekşelere?Yazık değil mi kapıların kollarına ki senin dokunuşlarından mahrumlar? Susuz gölgemin altında kıvrılan boş kağıtlara ve öksüz bıraktığın anılara..."Bana" diyorum,bana yazık değil mi?
Diyeceğim o ki kadın,kanımda kalemim de kurudu sen gidince."Geri dön" demeye hala yüzüm varken istiyorum bunu.Geri dön,varlığınla sustur evimde sızlanan yokluğunu.Nefesini menzilime kavuştur.
Geri dön,gözlerim yerine kalemim ağlasın artık...
21 Mart 2015 Cumartesi
Yolun Sonu
Ne kadar gereksiz şeyler için uğraşıp, harcıyoruz kendimizi. Hayat denen şu yolculuk binbir türlü engellerle ve yokuşlarla kaplı. Kimi zaman engelleri aşmak için verdiğimiz mücadeleler sonunda aldığımız yaralar kalıcı olabiliyor. Bazen bir yere ulaşabilmek için tırmanmak gerekiyorken yokuşları, bazen de tepetaklak iniyoruz, düşüyoruz... Kırılan her parçamız bizden kopan bir hayat gibi oluyor aslında. Hepsinin ardında pişmanlıklar, keşkeler... Kimi zaman vardığımız durak bunlara değse de çoğu zaman boşa alınmış hasarlar oluyor. Bunları ancak sona yaklaştığımızda farkediyoruz. Yolun sonuna... Hayat sandığımız kadar uzun bir yolculuk da değil zaten. Boşa harcanmaması gerekiyor her saniyenin, yıllar sonra kucak dolusu keşkeler değil, iyi kiler biriktirmemiz gerekiyor. Bazen uğrunda onlarca yara aldığımız durağa varamadığımızda her şeyin kötü olduğunu düşünürüz. Ama bunların hepsinin bir işaret olduğunu anlamayız... Çırpınır dururuz. Yolun sonuna varmadan sonumuzun olmasını isteriz kimi zaman. Her şeyin bitmesini, artık bu bedenin yok olmasını düşleriz... Bu düşüncenin ne kadar kirli bir düşünce olduğunu anladığımız zaman da iş işten geçmiş oluyor. Fakat bazen şans yardım ediyor bize. Bu düşünceleri silip atmamız için kafamızdan, mesajlar yolluyor. Aslında o mesajlar hep var. Hayatın yaşanmaya değer olduğunu, yaptığımız kötülüklerin sadece bize zarar verdiğini, iyiliğin daimi olduğunu, boşa harcanan zamanın yitirilmiş en büyük hazine olduğunu bir anlayabilsek...
Yıllar sonra yolun sonuna vardığımızda, artık ruhumuzu teslim ederken gökyüzüne, hayatımız gözlerimiz önünden film şeridi gibi geçerken pişmanlıklar ruhumuzu yaralamaya devam ediyor aslında. Her geçti sandığımız yara tekrardan açılıyor ve "keşke"ler daha çok vuruyor. Yıllar sonra diyorum, aldanmayın. Yolun sonuna ne zaman geleceğimizi bilemeyiz. Belki 50 sene sonra belki de yarın. Onun için her saniyenin bile kıymetini bilmemiz gerek. Gereksiz şeyler uğrunda hırpalamayın kendinizi. Ama pişmanlık da duymayın yapmadıklarınız için. Her kararınızı çok vakit kaybetmeden ölçün tartın ve adımlarınızı öyle atın. Eğer aşıksanız birine, bunu hemen şimdi ona söyleyin. Hatta gidin sarılın öpün. Kaybedecek vaktinizin olmadığını ve yolun sonuna ne zaman varacağınızı bilmediğinizi aklınızdan çıkarmayın.
18 Mart 2015 Çarşamba
"AYNA" OLMAK "AYNI" OLMAKTAN ZORDUR
Çok uzun zamandır meşgul ediyordu bu mesele kafamı.Ya da çok fazla düşündüğüm için,uzun gelmiş olmalı.Yalan değil evet,başka hiçbir derdim yokmuş gibi buna kafa yordum uzun bir süre.
Neydi birinin aynası olmak?
Bu kurdu içime düşüren o küçük kızla başlamalıydım belki de anlatıma.Küçük dediğime bakmayın siz.Diyorum ya,düşürdüğü kurt yüreğimin kenarlarından kemirip durdu günlerce.
Tıklım tıklım dolu halk otobüslerini bilmeyeniniz yoktur.Bir an evvel inmek istersiniz hani...Onlardan birinde rastlaştık.Rastlantı mı dedim? O küçücük ayaklarının zerafetine yakışmayacak bir şekilde bastı sol ayağıma.Esaslı bir küfür savurmak üzere döndüm.Döndüm dönmesine de,küfrün ulaşacağı adres bu küçük hanımefendi olunca bana da lafımı yutmak düştü.Öyle içten ve güzel gülümsemesi de cabası.Bir "pardon" ile çok uzaklara üfledi öfkemi.Ve yüzümdeki o moron ifadenin yerini istemsiz bir gülümseme aldı nedense.Ayağımın acısı da geçti.
Tam önümdeki teyze inmek üzere koltuğundan kalkınca,o otursun diye koltuğu istilacı etmenlerden korudum.Teşekkür ederek oturdu.Muhabbetin bu kadar olduğunu düşünüp içten içe karalar bağladığım sırada otuz iki dişini ve gamzelerini göstererek "Ne kadar güzel gözlerin var" deyiverdi.
İlk etapta bunun bir iltifat mı yoksa şaka mı olduğunu idrak edemedim.Nur içinde yatsın,rahmetli Birand gibi "ııı" dedim önce.Sonrasında kırk yıl düşünsem etmeyeceğim bir laf çıktı ağzımdan."Öyle mi? Ayna olarak kullanabilirsin."
Şaşırır gibi oldu fakat çabucak topladı yüz ifadesini."Birinin aynası olmak..." dedi ve azarlar bir tonda devam etti ; "Aynısı olmaktan zordur."
Açıkcası,ne demek istediğini soracak kadar ilgilenmemiştim bu cümleyle.Kurt,kız otobüsten indikten sonra kıpraşmaya başladı."Ayna" ve "Aynı" kelimeleri zihnimin içinde dönüp durdu.
İlk duyduğunda nasıl üstünkörü bir cümle gibi geliyor insana.Fakat sonrasında,nasıl da deli ediyor insanı düşündürmekten.Tavana bakıp "Ayna" ve "Aynı"nın farkını bulmaya çalışıyorsunuz.Zavallıca bir çaba bu.Ve işin içinden tek başınıza çıkamayacağınızı anlayınca,size bunu açıklayabilecek tanıdıklarınızı listesini yapıyorsunuz kafanızın içinde.Herşeyi bilen nasihatkar bir dedeniz varsa bir adım öndesiniz bu arada.Dede önce şöyle bir gülümsüyor keyifle bu merakınıza.Sonra eğer varsa (ki o yaşta genelde oluyor) takma dişlerini zaptetmeye çalışarak,masal anlatır gibi anlatıyor.
"Birinin aynası olmak,aynısı olmaktan neden mi zordur toruncağızım?Bir zatın seninle hiçbir farkı olmadığını,noktasından virgülüne kadar seninle eşdeğer olduğunu düşün.Herşeyiniz eş.Duygularınız,tepklileriniz...O kadar aynısınız ki,sen kendi yanlışlarını onda göremiyorsun,o da kendininkılerini sende.Çünkü;yanlışlarınız bile iç içe geçmiş,onları bile kanıksamışsınız artık.Farklılıktan yoksun yaşıyorsunuz.Fakat birinin aynası olmak böyle midir?"
Bilmiyorsunuz.Hala bir cevabınız yok.
"Değil toruncağızım" diyor dedeniz olabildiğince şefkatle."Ayna dediğin,bakana kendi sureti altında nakşeder kusurlarını.Baktığında gördüğün yine sensindir ama eğrin ve doğrun o yansımanın üzerinden sana gösterilir.Bu yüzden ayna olmak,aynı olmaktan meşakatlidir.Zira insan fıtratı yanlışı gün yüzüne çıkarıp hal çare bulmaktan yana değil de rol yapıp,yanlışı yokmuş gibi davranmaktan yanadır."
Kendi kendinize gülümsüyorsunuz tabi cevabı öğrendiğinizde.Ayna olabilmek ne büyük meziyetmiş diyorsunuz...
Anlayabilen için elbette...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)