30 Mart 2015 Pazartesi

KADERİ TERS KÖŞE EDEMEMEK

 
 
                                   



Onu ilk gördüğüm günü hatırladım yine.Komikti.Belki acayip,ve belki biraz da anlamsız.Yaz tatiline iki hafta kadar erken çıkmış ve Yalova'ya,pamuk elli,tombul yanaklı anneannemin yanına gitmiştim.Her yaz olduğu gibi kırmızı bisikletim kömürlükte beni bekliyordu.Aslında o bisiklet bana 8. yaş günümde ailem tarafından hediye edilmişti ama o kadar büyüktü ki 13 yaşıma gelene değin binemedim.Zaten " İstanbul sokaklarında bisiklet süremezsin,müsade etmem" derdi annem.Eee,o zaman niye aldın diye sormazlar mı adama? Yazları kullanılmak üzere Yalova'ya şutlandı canım bisiklet.Neredeyse reşittim ama hala o bisiklete biniyordum.

O gün,orman kenarındaki yoldan geçerken bisikletin zinciri attı.Yere kapaklanmamak için indim ve zinciri dişlere geçirmeye çalıştım,ellerim simsiyah oldu ama yaptım.Gülümseyip derin bir nefes aldım.Issız bir yerde durduğumu düşünmüştüm,yolun üst kısmındaki büyük ve lüks binayı farkedene kadar.Elimi,yüzüme siper edip binanın olduğu yöne dikkatlice baktım.Bahçesinde,aynı kıyafetleri giymiş kızlı erkekli dağınık bir grup vardı.Kulak tırmalayıcı bir zil sesinden sonra onların kaybolduğunu görünce,bir okulun önünde durduğumu anladım.Aynı anda yüksek duvarın tepesinde telaşını ta oradan görebildiğim bir oğlan beliriverdi.Etrafına bakındı,çantasını aşağı attı.Çıkan "pat" sesini hazmedemeden kendisi de atladı aşağıya.Kirlenen ellerini formasına sildikten sonra gizemli bir tavırla çantasını sırtlayıp,içime merak ve heyecan tohumlarını ekeleyerek yürümeye başladı.Sanki okuldan kaçmıyor da adam öldürmeye gidiyordu.Ne akla hizmet hala bilmiyorum ama bisiklete binip,ağır ağır ilerledim arkasından.Kalp atışlarım kulaklarımda alışılmamış senfonik bir parça çalıyor gibiydi.Kendimi Sherlock Holmes havalarına sokmuş olmam bir yana,üstüne bir de fark edilme ihtimalini düşünmeden aylakça takip ediyordum.

Durdu.Takip edildiğini anladı sandım ama öyle değildi.Kömürlüğe benzeyen bir harabenin kapısını aralayıp içeri girdi.Çok geçmeden mavi ve benimkinden daha dayanıklı görünen bir bisikletle çıktı.Hayal kırıklığına uğramıştım lakin bu takip etme güdümü zincirleyememişti malesef.Bendeki bu merak varken şimdi bile başım beladan kurtulmaz.Gerçi o pek bela sayılmazdı.Öyleyse bile keşke her bela onun gibi olsa.

Benden daha hızlıydı ve bu yüzden yapabileceğimin en iyisini yapmaya karar verdim.Bu takip olayı,bir yarışa dönüşmeye başlamıştı.Beni farkedebilirdi,yine de umursamadım.Pedalları son hızda çevirerek yanına sokulduğumda şaşkın bir ifadeyle kafasını bana çevirdi."Önüne bak" der gibi bir işaret verdim.Söz dinleyen tiplerden değildi anlaşılan.Biraz daha hızlanıp onu geride bıraktım.Acaba o da beni takip eder miydi? Evet,ederdi.Ediyordu.

Konuşmadan,tanışmadan girmiştik o saçma bisiklet yarışına.Aynı hizaya geldiğimizde,o kısacık anlarda onu inceleme fırsatları yarattım kendime.Rüzgar,mat sarı saçlarına savaş açmıştı.Çok fazla bakmaya da gerek yoktu aslında,düpedüz mükemmeldi.

"Olmayacak duaya amin diyorsun" diye uyardım kendimi.Başımı umursamazca yana eğip,kurduğum bu çocuksu düşün içinde kaybolmaya,sadece o anlık bile olsa bile bunu yaşamaya,hissetmeye karar verdim.Hem ben "amin" dedikten sonra gerisi yukardakinin işiydi.Daha önce hiç yapmadığım bişe yapıp,kendimi bile şaşırttım.Ellerimi direksiyondan çekip coşkulu bir çığlık attım.Hemen peşinden,utanıp kıpkırmızı kesildim tabi.Oğlanın bana güldüğünü görebiliyordum.

Hayatım boyunca asla birden fazla şeyi aynı anda hissetmedim.Üzüldüğümde yalnızca üzgün,mutluyken mutlu,kızgınken kızgın,çaresizken çaresizdim.Ya o anda ne olmuştu bana? İçim gökkuşağına dönmüştü.Aynı anda hem heyecanı,hem huzuru,hem mutluluğu hem de yaşadığımı hissetmiştim.Kaç saat boyunca amaçsızca pedal çevirdiğimizi bilemiyorum.Gün batımına yakın,ıssız bir yol kenarında yavaşladık.Zaten,aynı yerlerde dönüp duruyorduk.Bisikletten indim ve ters yöne doğru elimle ittirmeye başladım.Hiçbirşey söylemeden gitmeyi planlıyordum.Bu huzurlu sessizliği bozamazdım."Dur" dedi ve ben olduğum yere çakıldım.Başımı güçlükle çevirebildim yüzüne bakmak için.Mavi bir boşluğu andıran gözlerini bana dikmişti.

"Öylece mi gidiyorsun?Birşey söylemeden?"

omuz silktim. "Ne söyleyebilirim ki?"

Güldü.Yüzünde birkaç saat önceki gizemden eser yoktu."Kim olduğunu,neden beni takip ettiğini,ve şimdi neden geri döndüğünü."

"Her yarışın bir sonu vardır" gibi aptalca bir cevap verdim.

"Yarış olarak görmedim.Beklenmedik bir anda çıkılmış bir yolculuk desek?"

Dişlerimi ve gamzelerimi utanmasızca gösterdim bunu duyunca."Yol bitti."

"Başka bir yolunu buluruz."

Gözlerimi kaçırarak "İyi akşamlar" diye mırıldandım.Tam gidiyordumki "Seni bir daha ne zaman görürüm?" sorusuyla karşılaştım.

"Kadere inanırım ben.Kim bilir?"

Derin bir nefes aldı."Seni kadere bırakamam.Çok inatçıyım."

Gülümsemekle yetindim ve kalbimin gümbürtüsünü yok sayarak tekrar arkamı dönüp gitmeye yeltendim.

"Adını bari söyle be,nasıl bulurum seni?"

"Eğer adımı öğrenmen gerekiyorsa mutlaka bir yerde tekrar karşılaşırız.

Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık halde "of sençok fazla film Not:Seni Seviyorum seyretmişsin." dedi.Bozuldum ama belli etmedim"Evet.Hem de çok fazla."

"Tamam" dedi uysal bir tavırla."Madem sen kadere güveniyorsun,ben de sana güveniyorum.Ama olur da ben seni bulamazsam sen beni bul.İsmim-"

Susturdum onu."Hayır bilmek istemiyorum.Hatıramın üstüne etiket yapıştırma lütfen.Bir yabancıyla çıkılmış,çocukluk düşlerimden fırlama,tatlı bir yolculuk olarak hatırlamak istiyorum.Aklımda adınla değil,o duvardan atlarken etrafı kolaçan eden,saçları rüzgara karışan gizemli çocuk olarak yer etmelisin.O yüzden lütfen,bilmek istemiyorum."

Bisikletini bırakıp bana doğru bir adım attı."Ne yaptın bilmiyorum,kandırdın beni.Gülme ama,dokunmadan gerçek olduğuna inanamayacağım sanırım."

İzin ister gibi bakıyordu.Onu geri itecek en ufak bir harekette bulunmadım.Titreyen parmaklarını yüzümde dolaştırırken dudaklarının kenarında narin bir gülümseme belirdi.Ben çoktan yerin dibine geçtiğimi zannederken,gözlerini kapatıp mırıldandı. "Hatıramda elle tutulur bir iz bırak bari."

Nedense hemen anladım ne istediğini.Ve bu çocuğa karşı koyamazdım.Kalbim çoğalıp vücudumun her zerresinde ayrı atarken,uzandım ve yanağına ıslak bir öpücük kondurdum.Sonrasında kulağına "Görüşürüz" fısıldadım.O,gözlerini açmadan bisiklete binip mümkün olduğunca çabuk uzaklaştım oradan.

Aşkın kadere bırakılamayacağını çok sonra öğrenecektim çooook sonraları.Onun bana kızdığını hisseder gibi olacaktım."Görüşürüz" diyerek onu o yolun ortasında bırakıp gitmiştim.

Görüştük mü?Evet.Görüşmesine görüştük.Ama hayal ettiğimiz şartların ve zamanın çok dışında.2 hafta evvel muayinehaneme geldi.Şaşırdık birbirimizi gördüğümüze,ve gizli gizli sevindik.Benim sevincim,onun yanındaki küçük kız çocuğu,karnı burnunda bir kadın ve parmağındaki o gümüş halkayla baltalandı.Anlayamadım.Kafam karıştı.Üzüldüm.İnkar ettim.Hayatımda ikinci defa bir sürü şeyi aynı anda hissettim ve bu da tıpkı ilki gibi onun yüzündendi.Tanımamış gibi yaptık.Soğukkanlılıkla hipokrat yeminin gereklerini yerine getirdim.

Adını da evraklarını incelerken öğrendim.Deniz imiş..Ne güzel.Gözleri gibi.Yıllardır her gün ismini bile bilmediğim birinin bana gelmesini,beni bulmasını beklemiştim.Ama bu şekilde değil.Tahlil sonuçları hakkında görüşmek için ertesi gün tekrar geldi.Bu kez yalnızdı.Ve bu kez,rol yapmanın anlamı da yoktu.Kırk yıllık arkadaşıymışım gibi geçip oturdu karşıma.Uzun süren bir sessizlikten sonra,hesap soran bir tınıyla "8 yıl.." diye mırıldandı.Her zaman yaptığım gibi kısaca cevapladım."Evet"

"Hayır" diyerek karşı çıktı."Öyle basit değil.Sana güvenmemeliydim."

Şaşkınlıktan küçük dilim yutmuştum adeta."Beni mi suçluyorsun?"

Üstüne basa basa "Ayyynen öyle" dedi."Başka kimi suçlayacaktım?Beni,milyonlarca yolu bağlayan bir kavşakta bırakıp gittin.İpucu yok,en ufak bir iz yok."

İtiraz ettim."Hayır,iz vardı.Hem de elle tutulur bir iz.Hatırla."

"Haklısın.Onun dışında."

"Kader" dedim.Sinirlendi."Hangi kader? Nasıl bu kadar kaderci olabilirsin?"

"Bak,neden bunları konuşuyoruz ki?Evlenmişsin..." diyerek parmağındaki yüzüğe diktim gözümü."Olacağı yokmuş demek ki."

Yine çok uzun bir süre sustuk.Kağıtları kurcaladım.Konuyu değiştirmek için tahlil sonuçlarından bahsettim."Karın da,bebek de gayet iyiler.Yalnızca,şeker miktarı normalin biraz üzerinde.Dikkat edilsin."

İronik biçimde güldü."Çok fazla tatlı yiyor."

Cevap vermedim.O kalkıp kapıya yönelene kadar ne yapacağımı hiç düşünmemiştim.Bir daha görecek miydim?Görmemem daha hayırlı olacak gibiydi.Gitmekten vazgeçip,sırtını kapıya yasladı."Gidemiyorum" diye sızlandı.Hiç tereddütsüz "gitmelisin" dedim."Evli olduğunu unutma,eşinin sana ihtiyacı var."

"Peki.Bir şey merak ediyorum..."

"Evet"

"İster miydin?" yutkundu ya da öyle yapmaya çalıştı,bilmiyorum."Geri dönmeyi,o anın içinde takılıp kalmayı?"

Gözlerim dolu halde çocuk gibi salladım başımı boş bir umutla."Nasıl istemem?"

Mücadeleyi gözyaşlarım kazandı.Boğazım acıyordu.

"Dönelim o zaman"

Bu uygunsuz teklif karşısında gözyaşlarım daha da şiddetlendi ve hıçkırığa dönüştü."Ağlama" dedi,gözleri ürkütücü bir heyecanla parlıyordu."İstersen deli olduğumu düşün.Beni düşüncesiz herifin teki olarak gör,ama eğer gerçekten istersen kaderi ters köşe ederiz."

Kaderi ters köşe etmek?

Bu,kırk yıllık kölenin efendisine baş kaldırmasından farksız olurdu.Tüm bağnazlığımla boğazımdaki düğümleri ittim."Yapamam" dedim.

Yüzü düştü.Öyle ki vazgeçecek ve boynuna atlayacak gibi oldum.

"Olmaz.Sahip olduklarını düşün.Kızın var,karın var ve üstelik hamile."

"Çok düşünüyorsun."

"Çünkü ikimizden birinin bunu yapması gerekiyor.Şimdi git ve lütfen mecbur kalmadıkça bir daha gelme"

Kapının koluna asıldı."ben bu defa da seni dinliyorum bak...Ama unutma,eğer o kader dediğinşey beni bir daha sana getirirse,bu kez sen bile beni durduramazsın."

Ondan duyduğum son şey buydu.

Şu an saat gecenin 02:00'si.Yatağın içinde elimde kağıt kalem,yazacak bir şeyler de var.Kırmızı bisikletimi düşünüyorum,acaba şimdi hangi hurdacıda inzivadadır? O gün yüzümüze yüzümüze esen rüzgarı düşünüyorum,bizden sonra başkalarının yüzünü de okşamış mıdır? Ve onun beni çağırışını düşünüyorum en çok..."Hadi" deseydim,"Dönelim geri,yapalım şu dediğini..." Sonsuz ve dikenli bir yokuştan aşağı bisiklet sürmeyi kabul etseydim,hasta reçeteleri yerine,kendi kaderimi yazsaydım ve kaçsaydım onunla...

Bu beni nasıl biri yapardı?

Ahlaksız?

Hafif?

Vicdansız?

Yoksa hepsi birden mi? İnsanlar mı konuşurdu ardımdan? Ne önemi vardı? Hangisinin yükü daha ağır olurdu,hayatımın ilk "keşke"sini tatmışken?

22 Mart 2015 Pazar

ERKEKLER AĞLAR

    




    

Şiirlerim gözüme dizine dursun be kadın! Böyle gidilir mi? Onca yaşanmışlık bir çırpıda buruşturulup atılır mı çöpe? Geriye dönüp sevgilinin yaşlı gözlerine bakma lütfu dahi gösterilmez mi?

"Yok" diyorum pervasız yüreğime,"Senin kadının değil bu,o kalkışmaz seni terketmelere." Fakat biliyorum buna cüret ettiğini,gördüm.Kitaplarını,cam fanustaki varlığıyla yokluğu bir olan çirkin japon balığını,o çok sevdiğim "Sen" kokulu pembe yün hırkanı bile alıp gittin.Bunun yanında tasın tarağın lafı mı olur?

Sevmedim bu vicdansız,gözüpek kadını ben.O kim ki beni gidişinin ardından esen rüzgarla başbaşa bırakıyor?

Susmuyor telefonlar o günden beri,eş dost baş sağlığı diler gibi konuşuyor benimle."Kimse ölmedi!" diye haykırmak istiyorum ahizeye.Bağırsam,küfretsem hoşgörürler mi beni acaba?Herkes hoşgörse,Kenan'ın görmeyeceği kesin.Her gün arayıp "İlhan Abi,ne oldu senin yazı?" diye soruyor.Dergi beklemezmiş! Yazamadığımı,tıkandığımı söyleyebilsem keşke ona.Anlatacak birşey kalmadığını,hissettiğim tek şeyin senin yokluğun olduğunu ve bu yokluğun tasvir edilemeyeceğini söyleyebilsem...

Sevinmem gerekmez mi bu duruma?Sonuçta,ayaklarımı senin şu beyaz sehpana istediğim gibi uzatabilirim.Çıkarıp top haline getirdiğim çoraplarımı kanepenin dibine atabilir,diş macununu ortasından sıkabilirim dilediğimce.Hafta iki gün ıspanak yemek zorunda da değilim hem.Arıyorum bizim sokağın sonundaki Dürümcü Hamdi Usta'yı,kapıya kadar getiriyor kayıntıyı."Erkekler acıyı yalnızca çiğ köftelerinde sever" derdin ya hep,ben çiğ köftemde bile sevemiyorum acıyı.Biraz da göbek yaptım sanırım ama boşver,"Saldın kendini" diyecek biri de yok artık.Ohh be!!

Canım sıkıldı yine,dur bi cigara yakayım da öyle devam edelim.Senin o külliyen karşı olduğun,"İçme şu zıkkımı" dediğin kaçak sigaralar bunlar,sen görme diye parkelerin altına zulalamıştım.Dumanı,ezberlemiş gibi salına salına uçup senin kolalanmış dantel tüllerine siniyor.Görsen,delirirsin fikrimce.Çıkarıp yıkayayım bari diyorum ama ne denli tembel bir herif olduğum gerçeğini bir kenara bırak,perdeleri çıkarmaya yeltendiğim anda,sürekli bizi gözetleyen melehat kılıklı karşı komşumuzla göz göze gelince içimdeki o minicik heves kırıntısı da semerinden boşanıp kaçıveriyor.İki bina arasındaki o ufacık boşluğa,görüntü kirliliği yaratması pahasına bir bina daha dikilmesi için dua ediyorum o zamanlarda.

Böyle atıp tuttuğuma bakma sen.Aslında hasretinle küfelik oldum.Meczup oldum,söylediklerimin sineye çekilmesini umarım elbette.Ama bundan sonra söyleyeceklerimi sineye çekme,düşün.Bir kibrit çak yüreğine de,bak bakalım ne var ne yok o güzel yerde.

Söyle bakalım şimdi.Sen,"Yazık değil mi bana?" deyip giderken,arkandan içten içe "Gitme" diye yalvaran fakat görünürde dut yemiş bülbüle dönen bu adama yazık değil mi? Yazık değil mi balkonda bekleşen boynu bükük menekşelere?Yazık değil mi kapıların kollarına ki senin dokunuşlarından mahrumlar? Susuz gölgemin altında kıvrılan boş kağıtlara ve öksüz bıraktığın anılara..."Bana" diyorum,bana yazık değil mi?

Diyeceğim o ki kadın,kanımda kalemim de kurudu sen gidince."Geri dön" demeye hala yüzüm varken istiyorum bunu.Geri dön,varlığınla sustur evimde sızlanan yokluğunu.Nefesini menzilime kavuştur.

Geri dön,gözlerim yerine kalemim ağlasın artık...

21 Mart 2015 Cumartesi

Yolun Sonu

 

Ne kadar gereksiz şeyler için uğraşıp, harcıyoruz kendimizi. Hayat denen şu yolculuk binbir türlü engellerle ve yokuşlarla kaplı. Kimi zaman engelleri aşmak için verdiğimiz mücadeleler sonunda aldığımız yaralar kalıcı olabiliyor. Bazen bir yere ulaşabilmek için tırmanmak gerekiyorken yokuşları, bazen de tepetaklak iniyoruz, düşüyoruz... Kırılan her parçamız bizden kopan bir hayat gibi oluyor aslında. Hepsinin ardında pişmanlıklar, keşkeler... Kimi zaman vardığımız durak bunlara değse de çoğu zaman boşa alınmış hasarlar oluyor. Bunları ancak sona yaklaştığımızda farkediyoruz. Yolun sonuna... Hayat sandığımız kadar uzun bir yolculuk da değil zaten. Boşa harcanmaması gerekiyor her saniyenin, yıllar sonra kucak dolusu keşkeler değil, iyi kiler biriktirmemiz gerekiyor. Bazen uğrunda onlarca yara aldığımız durağa varamadığımızda her şeyin kötü olduğunu düşünürüz. Ama bunların hepsinin bir işaret olduğunu anlamayız... Çırpınır dururuz. Yolun sonuna varmadan sonumuzun olmasını isteriz kimi zaman. Her şeyin bitmesini, artık bu bedenin yok olmasını düşleriz... Bu düşüncenin ne kadar kirli bir düşünce olduğunu anladığımız zaman da iş işten geçmiş oluyor. Fakat bazen şans yardım ediyor bize. Bu düşünceleri silip atmamız için kafamızdan, mesajlar yolluyor. Aslında o mesajlar hep var. Hayatın yaşanmaya değer olduğunu, yaptığımız kötülüklerin sadece bize zarar verdiğini, iyiliğin daimi olduğunu, boşa harcanan zamanın yitirilmiş en büyük hazine olduğunu bir anlayabilsek...
Yıllar sonra yolun sonuna vardığımızda, artık ruhumuzu teslim ederken gökyüzüne, hayatımız gözlerimiz önünden film şeridi gibi geçerken pişmanlıklar ruhumuzu yaralamaya devam ediyor aslında. Her geçti sandığımız yara tekrardan açılıyor ve "keşke"ler daha çok vuruyor. Yıllar sonra diyorum, aldanmayın. Yolun sonuna ne zaman geleceğimizi bilemeyiz. Belki 50 sene sonra belki de yarın. Onun için her saniyenin bile kıymetini bilmemiz gerek. Gereksiz şeyler uğrunda hırpalamayın kendinizi. Ama pişmanlık da duymayın yapmadıklarınız için. Her kararınızı çok vakit kaybetmeden ölçün tartın ve adımlarınızı öyle atın. Eğer aşıksanız birine, bunu hemen şimdi ona söyleyin. Hatta gidin sarılın öpün. Kaybedecek vaktinizin olmadığını ve yolun sonuna ne zaman varacağınızı bilmediğinizi aklınızdan çıkarmayın.

18 Mart 2015 Çarşamba

"AYNA" OLMAK "AYNI" OLMAKTAN ZORDUR


 


Çok uzun zamandır meşgul ediyordu bu mesele kafamı.Ya da çok fazla düşündüğüm için,uzun gelmiş olmalı.Yalan değil evet,başka hiçbir derdim yokmuş gibi buna kafa yordum uzun bir süre.

Neydi birinin aynası olmak?

Bu kurdu içime düşüren o küçük kızla başlamalıydım belki de anlatıma.Küçük dediğime bakmayın siz.Diyorum ya,düşürdüğü kurt yüreğimin kenarlarından kemirip durdu günlerce.

Tıklım tıklım dolu halk otobüslerini bilmeyeniniz yoktur.Bir an evvel inmek istersiniz hani...Onlardan birinde rastlaştık.Rastlantı mı dedim? O küçücük ayaklarının zerafetine yakışmayacak bir şekilde bastı sol ayağıma.Esaslı bir küfür savurmak üzere döndüm.Döndüm dönmesine de,küfrün ulaşacağı adres bu küçük hanımefendi olunca bana da lafımı yutmak düştü.Öyle içten ve güzel gülümsemesi de cabası.Bir "pardon" ile çok uzaklara üfledi öfkemi.Ve yüzümdeki o moron ifadenin yerini istemsiz bir gülümseme aldı nedense.Ayağımın acısı da geçti.

Tam önümdeki teyze inmek üzere koltuğundan kalkınca,o otursun diye koltuğu istilacı etmenlerden korudum.Teşekkür ederek oturdu.Muhabbetin bu kadar olduğunu düşünüp içten içe karalar bağladığım sırada otuz iki dişini ve gamzelerini göstererek "Ne kadar güzel gözlerin var" deyiverdi.

İlk etapta bunun bir iltifat mı yoksa şaka mı olduğunu idrak edemedim.Nur içinde yatsın,rahmetli Birand gibi "ııı" dedim önce.Sonrasında kırk yıl düşünsem etmeyeceğim bir laf çıktı ağzımdan."Öyle mi? Ayna olarak kullanabilirsin."

Şaşırır gibi oldu fakat çabucak topladı yüz ifadesini."Birinin aynası olmak..." dedi ve azarlar bir tonda devam etti ; "Aynısı olmaktan zordur."

Açıkcası,ne demek istediğini soracak kadar ilgilenmemiştim bu cümleyle.Kurt,kız otobüsten indikten sonra kıpraşmaya başladı."Ayna" ve "Aynı" kelimeleri zihnimin içinde dönüp durdu.

İlk duyduğunda nasıl üstünkörü bir cümle gibi geliyor insana.Fakat sonrasında,nasıl da deli ediyor insanı düşündürmekten.Tavana bakıp "Ayna" ve "Aynı"nın farkını bulmaya çalışıyorsunuz.Zavallıca bir çaba bu.Ve işin içinden tek başınıza çıkamayacağınızı anlayınca,size bunu açıklayabilecek tanıdıklarınızı listesini yapıyorsunuz kafanızın içinde.Herşeyi bilen nasihatkar bir dedeniz varsa bir adım öndesiniz bu arada.Dede önce şöyle bir gülümsüyor keyifle bu merakınıza.Sonra eğer varsa (ki o yaşta genelde oluyor) takma dişlerini zaptetmeye çalışarak,masal anlatır gibi anlatıyor.

"Birinin aynası olmak,aynısı olmaktan neden mi zordur toruncağızım?Bir zatın seninle hiçbir farkı olmadığını,noktasından virgülüne kadar seninle eşdeğer olduğunu düşün.Herşeyiniz eş.Duygularınız,tepklileriniz...O kadar aynısınız ki,sen kendi yanlışlarını onda göremiyorsun,o da kendininkılerini sende.Çünkü;yanlışlarınız bile iç içe geçmiş,onları bile kanıksamışsınız artık.Farklılıktan yoksun yaşıyorsunuz.Fakat birinin aynası olmak böyle midir?"

Bilmiyorsunuz.Hala bir cevabınız yok.

"Değil toruncağızım" diyor dedeniz olabildiğince şefkatle."Ayna dediğin,bakana kendi sureti altında nakşeder kusurlarını.Baktığında gördüğün yine sensindir ama eğrin ve doğrun o yansımanın üzerinden sana gösterilir.Bu yüzden ayna olmak,aynı olmaktan meşakatlidir.Zira insan fıtratı yanlışı gün yüzüne çıkarıp hal çare bulmaktan yana değil de rol yapıp,yanlışı yokmuş gibi davranmaktan yanadır."

Kendi kendinize gülümsüyorsunuz tabi cevabı öğrendiğinizde.Ayna olabilmek ne büyük meziyetmiş diyorsunuz...

Anlayabilen için elbette...